30 Nisan 2011

Milliyet ve Vatan, internet medyasına ne vadediyor?

İskender Özturanlı  30.04.2011  T24

Milliyet ve Gazete Vatan’ın beklenmedik satışı, daha doğrusu beklenmedik alıcılara satışı bütün ezberleri bozdu sanırım. Esasında pek de bozduğu söylenemez, bekledim bir tane analiz çıkmadı, çıkan yazıların çoğu haberi kaçırmış olmanın kıskançlığı ile yapılan tahminler, içeriden yazanlar ise daha duygusaldı, haklı olarak... Mustafa Sönmez’in ve Oray Eğin dışında bu tarafa değinen de” olmadı, sanırsam..

Yazıları okuyunca iki nokta dikkatimi çekti.Bir çoğunda, ne gazeteciliğin günümüzde yaşadğı sorunlar ne de geleceğine dair bir öngörü vardı, öte yandan dünyada bangır bangır gerçekleşen büyük medya değişimlerine, bir fırsat ve tehdit olarak internet medyasına dair bir fikirden yoksundular, Sönmez’inki ve Eğin’inki bir yana. Böyle olunca yeni bir medya ürünü ortaya çıkarmayı bırakın, eski ürünlerin el değiştirmesinde bile bir iş planı koyacak, işin aktörlerini etkileyecek bir ekosistem maalesef mümkün olmuyor. Neticede bu sektörün çalışanlarına çıkan acı bir bilançodan başka bir şey kalmıyor geride.

Medya çalışanı olmak, dünyanın her yerinde zor iş. Sadece haberciliğin riski, araştırmacılığın her yere uzanması bakımından değil, bu sektörde klasik iş modelleri geride kalıyor, hızına amorfluğuna yetişemiyor. Aynı bünyedeki iki ayrı yerde bile birbirinden türeyen iş mekanizmaları üretmek mümkün olmuyor. Klasik kapitalist mantığın işlemediği başka tür bir kapitalizm bu. Ne kadar değişirse değişsin, bu sektördeki her yeni ürün, sadece sahipleri ve kurucuları tarafından farkedilen bir katmadeğer sirküleri gelgiti içinde yaşıyor. Bu iş üretenin ortada dımdızlak durduğu tek işkolu, çünkü insanlar ile yapılıyor ve öteki insanlara sürekli açık. Ötekilerin sürekli dinamik olduğu bir alandan bahsediyoruz. Üstelik bu ötekilik, gazetecilik’ten televizyona, televizyondan internete giderek artan etkisi ile büyüyor. Artık ötekiler de içeride. Zaten deprem buradan kaynaklanmakta. Ötekilerin geldiği bir yeri sadece kapalı kapılar ardında yapamazsınız. Sanki Hasan Cemal ve Ali Karacan’ın cevabi mesajının ötekilerin önünde olması da bundandı. Bu konu ile ilgili görüş ve önerilerim de var ama bu akademik bir çalışma olur yeri ve zamanı burası değil.

Ancak, bu katma değer meselesi ile ilgili sadece bir örnek vermek istiyorum, Murdoch, Myspace’i 580 milyon dolara aldığında, ortalık ayağa kalkmıştı. Şimdi def-i bela kabilinden, 100 milyon dolara geri satmaya çalışıyor. Networke katılanların sayısı azaldı, beklenen reklam gelirlerini yaratamadılar. Facebook, Twitter ve benzerleri Myspace’i geçtiler. Bunların hepsi kabulüm. Bunlar şirketlerin karlılığı ve fiyatları ileilgili doğrular. Ama burada, onu 500 milyon dolara kadar Murdoch’un kapısına getiren’in ne olduğu sorusu bütü çıplaklığı ile duruyor. Çılgın Avustralyalı’nın, çılgın hamlelerinden birisi daha diye açıklanabilir mi? Sanmıyorum. O fiyat bir katma değer yaratma kapasitesi idi, geleceğe dair bir hikâyesinin olması idi. Soruyu tersinden soralım. My Space’i, Murdoch aldıktan sonra neden Facebook, Twitter ve başkaları gelip birer birer onu  geçtiler. Murdoch’a kimse başarısız diyemez. O halde? Neden büyük medya şirketlerini koskocaman reklam ve tanıtım bölümlerini eklektik bir şekilde başarısız yapan... Katma değer yoksunluğunun nedenleri nedir? Ve neden bu işler hep medyada oluyor?  Bir itirazım daha var, Basın, medya ve internet adına ne derseniz deyin, yatırımların beklenenden önce geri dönüş, için zorlandığı her platformda, bir geri dönemeyiş haline geliyor, kısa vadede katma değer düşünce gelirler de düşüyor.

Neyse bildiğimiz kendimize kalsın, şimdilik... Vaktimiz olacak, tartışacağız..

Bu iş; bir tarafta insanlara, yani öteki tarafta duran kalabalığa sürekli bir şeyler aktarma sanatı ve faaliyeti olarak bir içerik yaratan, toplayan, bunun için de maddi ve ruhsal eforunu hummalı bir şekilde ortaya koyan gazeteciler ile diğer taraftan onların rakamsal yada profile dayanan bir şekilde gelir (o insanların istihdamı için) ve kâr (sermayederin işine büyüterek devam edebilmesi için) üretebilen iki ayrı büyük gövdenin birbirinden kopmadan hareket etmesi üzerine inşa edilmiş bir iştir. Birinin yekdiğeri üzerine egemenlik kurmaması, ama her ikisinin de kendi dinamizmini bir dakika bile kaybetmemesi gereken bir iştir. Bunlar kaybolursa ya ruhu ölür yada değeri gider, ikisinin birden gittiği durumlar ise daha vahimdir. Katmadeğeri de bu gelgitleri yere düşmeden ustalıkla yönetmekten ileri gelir.

Bu iki kurguyu birbirine bağlayacak tek bir konu var: Geleceğe dair bir hikâyenin olması, her yeni medya alımı, alan kişi ya da gurubun eski hikâyesini devam ettirmesi üzerine kurgulanırsa kadük kalmaya mahkûmdur. Tarih bunun sınırsız örnekleri ile doludur. Bu durum o kadar türetilmez bir durumdur ki, aynı gurubun içinde hatta aynı adı taşıyan bir ürünün gazetesi farklı, televizyonu farklı ve interneti da farklı olabilir, aslında olmalıdır da ..

Bu medya tarihinde nadiren ortaya çıkan bir durumdur. Ve bu anlar yıldızın parladığı anlardır. Murdoch’un Wall Street'i aldıktan sonra böyle bir kişisi vardı Robert Thomson, ama Myspace’de yoktu, çünkü onun kurucuları farklı kişilerdi ve sosyal medyanın genetik kodu ile Murdoch’un, pazar payını arttırmaya dayalı büyüme stratejisi yanyana gelemeyecek bir doku uyuşmazlığı içeriyordu. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, bu eleştirilerin bir kısmı haklı da olsa, bu katma değerin Türk medyasında geldiği anlar nadir anlardır. Üç çizgi boyunca görüldü, üç aile bu konuma sıçradı. Simavi, Karacan ve Doğan ailesi, üstteki örnekte, Simavi-Demirkent, Doğan-Özkök, Karacan-İpekçi eşleşmelerinde bu durum yaşanmıştır. Geriye dönüp bakıldığında, hem kitlelere ulaşma adına, hem de yaratılan ürünlerin ruhu adına, hem de marka  ve gelir anlamında bu üç aile Türk medyasında katma değer yartan üç aile olagelmiştir.

Medya guruplarının ve gazetelerin parlama anlarına denk gelen anlar, kimin kime denk geldiğini basın tarihçileri daha iyi anlatırlar bir gün, ama durum böyledir. Özü şudur gazete ve medya işi internet öncesi kurulmasına karşın iş tarzı bakımından ona en benzeyendir ve ortada suvari yoksa bütün atlar anlamsızca bir yere koşarlar. Sayfayı yaptıktan sonra yazısnı yazan adam, ama aynı zamanda binanın boyanması, bilgisayar sistemlerinin de bu işe uygun olmasını denetleyen kişi olmalıdır. Bilançolara da vakıf insanlara da, kitap da okuyan makinalara da bakan, dışarıdan gelen lüzumsuz projeci bozuntularına, sırf dışarıdan geldi diye harcanmak istenen saçma sapan paralara (Türk medyası bu tür işlere meraklıdır ve yukarıda sayılan nedenlerden ötürü isabet hep yanlış yere gider) reaksiyon gösteren. Zaman zaman olmuştur her zaman değil bu insanlar da yanlışlar yapmıştır ama hikâyenin özü budur. Yoksa medya kuruluşları ölü projeler mezarlığından, adam alıp adam çıkarma pompasında boğulan, küçük hareketler ile günü kurtaran, her çevrimde büyük bir borç tuzağında kaldıraç alan kuruluşlar olmaktan çıkmazlar. Katma değerin nerede olduğunu anlamaz iseler çöküş anlarında da çöküşün nedenlerini bulamazlar, neşter yanlış yerlere gider. Bu bir internet medyası ruhu ve iç içeliği içinde kurgulanmalıdır.

“Mainstream” tabir edilen medyanın sorunu budur, dönemin geçici konjonktürüne ve genel yayın çizgisine doğru sürekli değişen ve kenarlara doğru büyüyen bir hantal mekanizma. Bu durum o bünyelerde yeni gelenenin vaadi ile geçmişin hayaletini de birbirinden ayırmaz hale getircek kadar büyüyor. Farklı büyüklüklere göre kurgulanan yapılara, hep aynı ilaç iyi gelmiyor. Bu bir kakafoni yaratıyor. Umarım Milliyet ve Vatan’ın yeni sahipleri Karacan ve Demirören aileleri bu durumun farkındadırlar. Karşılaşacakları, birinci zorluk, burada...

Kağıt üzerindekireklam projeksiyonlarına ve genel karlılık oranlarına bakılırsa ucuza satıldı gibi görünen bu her iki gazete aylık yüksek maliyetleri, tirajın dönme zorunlukları ve “mass media”da aynı şekilde rekabet etme gibi saiklerle aslında birbirinin değerlerini de kesmleri dolayısı ile ucuza gitmiş sayılmazlar. Buna aylık maliyetler ve geçmişten devreden yükümlülükler de cabası. Newsweek’in 1 dolar artı borçlar ile devredildiğini unutmayalım.

Bir medya üyesi olarak gene umuyoruz ki her iki ailenin, her iki gazete için ayrı ayrı hikâyeleri vardır. Bir gazete 'mass’de bırakılır, diğeri spor ya da entertainment ile butikleşebilr, veya her ikisi de butikleşebilir. Ama milliyet.com.tr başta ve gazetevatan.com da mutlak surette mass’de kalmalı ve geleceğe dönük büyük ve bölünmüş katma değerler üzerrine çalışarak, internet reklam tarifeleri artışı ile değerlerini arttırma yoluna gitmelidirler. Yeni gurupların medyadaki ölçekleri internet ile müstakil bir şekilde ilgilenme ve buradan büyüme için daha uygun bir ölçekte duruyor.

Her ne kadar Doğan Gurubu Türk internetindeki en büyük guruplardan birisi olarak, bu alandaki insan kaynağına ilk ve nitelikli yatırımları yapmış olsa da,  mainstreamın güçlü ve dominant etkisi genetik olarak guruptaki internet medya imkânlarını sınırlayan bir konumda idi.

Yeni durumun hem alanlara, hem satanlara, hem gazeteciliğe, hem de internet medyası için sonsuz yararlar getirmesini diliyorum.

Devam edeceğim...

Hiç yorum yok: