3 Kasım 2011

Söyleşi 2

Prof. Dr. Abbas Vali: Üçe bölünen Kürt aydınlarının çoğu susuyor
T24   Hazal Özvarış/Abbas Vali  03/11/2011

Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Abbas Vali ile söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Geçtiğimiz bölümde Türkiye başta olmak üzere Irak, İran, Suriye’deki Kürt sorununu değerlendiren Vali, bu bölümde şu soruları yanıtladı:

PKK’nın bugünkü ideolojisi nedir? Kürt siyaseti neden özgür değil? PKK izin verirse BDP çok sesli bir parti olabilir mi? PKK neden Kürt aydınlarıyla geçinemedi? Kürt entelektüeli kimdir? PKK karşıtı olmayan Kürt aydını yok mu? Kürt siyaseti gelecekte nasıl şekil alacak? ABD, özerkliği destekler mi? Suriye’deki Kürtler ABD’nin mi yoksa Türkiye’nin meselesi mi? İşte Prof. Dr. Abbas Vali’nin www.t24.com.tr’nin sorularına verdiği cevaplar:

‘PKK prensiplerini yeniden tanımlamalı ve demokratikleşmeli’

-PKK’nın bugünkü ideolojisini nasıl tanımlarsınız?
PKK’nın ideolojisi her zaman Marksizm ve milliyetçilik bir bileşimiydi. Bu iki bileşen, PKK’nın ideolojik söyleminin yapısında çoğu zaman eşit oranda var oldu. Özellikle 1984’ten 1994’e kadarki süreçte, milliyetçi bileşen kimi zaman baskın gelse de 1990’ların sonunda, özellikle Öcalan Suriye’den ayrıldıktan sonra, durum değişmeye başladı. Ama asıl değişim, Öcalan’ın 1999 Şubat’ında tutuklanmasından sonra yaşandı. Sola doğru şekillenen bu değişim, Kongra-Gel’in söylemiyle doruk noktasına ulaştı. Kanaatime göre, Kongra-Gel’le birlikte yüzü sola dönen bu değişim ve Marksist-sosyalist bileşenin artan baskınlığı, Abdullah Öcalan’ın savunmasında dile getirdikleri, akabinde hapishanede yazdıklarıyla çoğunlukla aynı çizgide ilerledi. Sola kayan bu değişim, ideolojilerindeki milliyetçilik unsuru pahasına yaşanan bir değişimdi. Kongra-Gel’den itibaren ideolojilerindeki Kürtlük ve milliyetçi Kürt kimliklerine yapılan vurgu azaldı ve örgütün söylemi sosyalizme doğru kaydı.

Eğer bu değişim gerçekten iyi organize edilmiş, iyi yapılanmış ve iyi teorize edilmiş bir demokratik sosyalizm olsaydı, bu değişimi desteklerdim. Fakat durum böyle ilerlemedi. Bence, PKK değişimin formülasyonu ve söylemsel yapının kuramlaştırılmasına çok fazla önem göstermedi. PKK’nın neden Kürt milliyetçiliği bileşenin ağırlığını, etkisini azaltmak ve sosyalizm fikrine odaklanmak zorunda olduğunu anlamıyorum. İdeolojilerindeki bu değişimin ardında örgüt içindeki fraksiyonlar arası iktidar mücadelesi dışında politik sebep bulamıyorum. Bence, Kongra-Gel, PKK liderliği içindeki hizipler arası iktidar savaşının sonucunda doğdu. Günün sonunda milliyetçi fraksiyon zayıf kaldı ve sol kazandı. Şimdi örgüt içindeki bu iki eğilim arasında daha iyi bir denge var. Murat Karayılan’ın emir komuta zincirinde Öcalan’dan sonra  ikinci sıraya yükselmesi örgüt içinde hizipler arası çekişmede bir uzlaşma olduğunu gösteriyor. 

-Çalışmalarınızda PKK tarzı siyasetin süresinin dolduğunu söylüyorsunuz. Sebebini açıklar mısınız?
Bunu birçok nedenden söylüyorum ve bunlar tamamen benim fikirlerim. Bence PKK, örgüt içinde reformlar yapmalı. Kongra-Gel’in uyguladığı söylem ve pratikteki değişim, geriye doğru bir adımdı. Bana kalırsa PKK, ideolojisini modernleştirilmeli ve güncelleştirilmeli. Bazı açılardan PKK’nın ideolojisi hala geçmişte yaşıyor. Bugün, örgütlerinin ana prensiplerini demokratik esaslar zemininde yeniden tanımlamalı. Liderlik, demokratikleşmenin gerekliliğini anlamalı ve örgütü demokratikleştirmek için harekete geçmeli.  


‘PKK'nın nasıl değişmesi gerektiği hakkında açık konuşamam çünkü koşullar buna izin vermiyor’
-Bu kavramlar pratiğe nasıl dökülür?
Silahlı-politik bir örgütün yapısını ve ideolojisini nasıl demokratikleştirmesi gerektiğini söylemek çok zor. Eğer siyasi çözüm gündemde olsaydı, bu konu hakkında daha açık ve ayrıntılı konuşabilirdim. Ancak böyle bir olasılık görmüyorum. Bu yüzden, örgütsel reform ve demokratikleşme hakkında şimdilik konuşmak istemiyorum.

-Açık konuşursanız PKK’nın zarar göreceğinden mi endişeleniyorsunuz?
Sorun, PKK’ya zarar verme meselesi değil. Çekincem sebebi bu değil. PKK dışındaki insanlarında dâhil olduğu birçok insan ve PKK,“Örgüt, hayatta kalmak için savaşa kilitlenmişken yapısal ve ideolojik modernleşmeden, reformlardan bahsedersin?” diye sorar. Bu karşı argüman, çok güçlü bir mantığa sahip. Daha fazla şey söyleyemem çünkü bugünkü koşullar izin vermiyor. Ayrıntılara girmeme kararımın sebebi, söyleyeceklerimin benim için sorun yaratacak olması değil. Politik Kürt örgütlerindeki insanlar reform savımın sebeplerini anlarlar. Benim söylemeye çalıştığım şey, demokratikleşme ve reform hakkında, politik ve askeri sürece dâhil olmadan, üniversitedeki ofisimde oturup fikirler önermekle haklı olarak eleştirilirim.

-Silahlı mücadelenin stratejisinin rolünü oynadığını ve artık yeni bir politika gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Böyle düşünüyorum. Aynı zamanda PKK liderliğinin bu konuda bana karşı çıkacağını da düşünmüyorum. Liderlikteki herkes, savaş ve çatışmanın, diğer mücadele yolları pahasına, sonsuza devam kadar edecek bir strateji olmadığını bilir. Bence liderliğin silahlı mücadelenin ebedi bir strateji olduğuna inanmadığına dair ortada bolca sebep var. O yüzden benim gibi biri, silahlı mücadele zamanının geçtiğini savunursa, bu fikre katılırlar. Bu sonuca çoktan ulaştıklarına dair güçlü belirtiler var. Argümanım onları şaşırtmaz.

‘PKK iki kimlik bir örgüt’

-Öcalan ve Karayılan da savaş değil barış istediklerini söylüyor, ancak PKK’nın saldırıları artıyor. Neden?
Bilmiyorum. Bu soruyu ancak PKK içinde neler olduğunu yakından bilen biri cevaplayabilir. Benim, şu an, bu konuya dair bir bilgim yok.

-Sivil anayasa süreci başlarken, barışa yönelik iradeye işaret eden MİT-PKK görüşmeleri kamuoyundan destek almışken 24 insanı öldürmeye varan şiddet ısrarı için bir açıklamanız yok mu?  
Bunun, konuya yaklaşmak için yapıcı bir yol olduğunu düşünmüyorum. Türkiye politikasında Kürt meselesinin araçsallaştırma yaklaşımı hakkında söylediklerimi de düşünmek gerekiyor. Kürt meselesinin araçsal kullanımı, her zaman Türkiye siyaseti içerisinde çarpışan iktidarlar arasında kısa ömürlü politik çıkarlar sağladı. Ama siyasette, “İstenmeyen Sonuçlar Kanunu” diye çok iyi bilinen bir kural vardır. Araçsallaştırma yaklaşımının kısa dönemli mantığı çoğu zaman bu politikayı üretenlerin öngörmediği, istenmeyen sonuçlar doğuruyor. PKK’nın bugünkü mevcut pozisyonu, Türkiye politikasındaki basit fikirli, kısa ömürlü araçsallaştırmanın istenmeyen bir sonucu olarak görülmeli.   

-Kürt siyaseti neden özgür değil?
Bu durumu anlayabilmek için Kürt politikasına ve PKK meselesine daha farklı bakmak gerekiyor. Mevcut durumda, BDP ve geçmişteki Kürt partilerinin tamamen özgür ve bağımsız parti gibi çalıştıkları bir durum aramak neredeyse absürt. Bunu anlamak için hükümet ve milliyetçi medya tarafından inşa edilen ideolojik çerçevenin dışına çıkmak gerekiyor. Ancak bundan sonra farklı bir resim görebilirsiniz ve bu resimde gözüken şudur: PKK,  iki kimlikli bir örgüt. Bir taraftan politik bir örgüt olarak PKK var, diğer taraftan da toplumsal siyasi bir hareket olarak PKK var. Kürt siyasi partiler, politik örgüt PKK’ya karşı çıkarak politik ve eylemsel özerkliklerini kurmayı deneyebilirler ama sosyal hareket PKK’nın desteğini almadan çalışamazlar. PKK’nın bu iki kimliği arasında keskin bir ayrım yapmalıyız ve maalesef, hükümet, Türk aydınları ve Türk milliyetçisi medya bu ayrımı göremiyor ve anlamıyor.

PKK’ya “terörist örgüt” diyebilirsiniz, “bu mesele ordu ve güvenlik güçlerinin meselesi” diyip konuyu siyasetin dışına atabilirsiniz ama toplumsal bir hareketi “terörist” diye etiketleyemezsiniz. Çünkü sosyal hareketin kökleri Kürt halkında yatıyor. Ne kadar güçlü, agresif, bağımsız olursa olsun, dünyadaki hiçbir hükümet bir halka terörist diyemez. Eğer bunu yaparsa, ülkenin sosyal ve politik bölünmesiyle sonuçlanan çok vahim bir hata yapar. Böyle bir hükümet Kürt halkı arasında meşruiyet iddia edemez, en azından büyük bir bölümünde. Günümüz Türkiye’sinde, PKK’nın Kürt halkına hitap eden toplumsal bir hareket olarak çalıştığını görmek zor değil. 

-PKK izin verirse, BDP çok sesli bir parti olabilir mi?
Ben izin veya müsaade vermek demedim. Bu güçlü çağrışımları olan, çok kuvvetli bir kelime. Ben sadece partilerin, kökleri Kürt toplumunda olan toplumsal hareket PKK’ya bağlılığından bahsettim. Eğer sorunuzdan bunu kast ediyorsanız, evet, derim. Ama bu sadece Kürt meselesi silahsızlaşır, egemen iktidarın güvenlik gündeminden çıkarılır ve demokratik sürece dâhil edilirse olur. Bu açıdan, PKK’yı Kürt alanında politik ve kültürel hegemonya oluşturmak istediği ve bunu denediği için eleştirebiliriz. Aslında, ben bunu yaptım. PKK’yı, Kürt siyasi ve sivil alandaki tekelci yaklaşımı için eleştirdim. Böyle bir eleştiriye şu cevabı veriyorlar, hatta bana kişisel olarak da söylediler: “Kendimizi korumak zorundayız, biz savaşan bir gücüz.”

‘PKK karşıtı konuşan aydınlar halk arasında itibar kaybetti’
-PKK kendini neden korudu? Neden Kürt aydınlarıyla geçinemedi?
Bu hareket, varlığını tehdit eden kendi dışındaki bir güçle mücadele ettiği sürece granitten bir blok gibi yekpare tavır alacak. PKK, kamusal ve politik alandaki tekelci ve baskıcı tavrını sadece bu tehdit ve muhalefet bağlamında meşrulaştırabiliyor. Eğer politik alandaki durum değişirse, tekelci tutum sürdürülemez ve hareket içindeki farklılıklar oluşur. Bu da Kürt toplumunu etkileyebilir. Bu tekelci tutuma katılmayan Kürt entelektüelleri var ve buna karşı çıkıyorlar. Aralarından bazıları konuştu ve konuştukları için saygınlıklarını yitirdiler. Neden? Sebebi açık: İtibar kaybettiler çünkü Kürt halkının büyük çoğunluğu onların kendi insanlarını ve yaygın amacı yüzüstü bıraktıklarını düşündü. Entelektüeller arasındaki büyük çoğunluk ise sessiz kalmayı tercih etti çünkü kritik bir zaman olduğunu ve sessiz kalmaları gerektiğini düşündüler. Bariz eleştirilerine, uyuşmazlıklarına, hatta muhalefetlerine rağmen, sıralamayı bozmamayı tercih ettiler.   

Irak’taki Güney Kürdistan örneğinde, entelektüeller tarihsel olarak Kürt direniş hareketinin bir parçasıydı. Bu yüzden de mücadeleye öncülük eden iki politik güce bağımlıydı. Ancak, bu iki güç hükümeti oluşturunca entelektüellerin çoğu hükümet aygıtlarındaki iktidar yapısının bir parçasına dönüştü. Bu yüzden benim de Erbil’de kalmam imkânsız hale geldi. Üniversitenin başındaydım, yani resmi görevliydim. Hükümet, politika ve karar verme süreçlerinde pozisyon sahibi üst düzey yetkililer istiyordu. Böylece, onlar da susup resmi çizgiyi izleyeceklerdi. Ama ben bunu yapamadım. Kendi aklım, kendi fikirlerim vardı. Ben, kendim için analiz edip, değerlendirip, yargılıyorum. Gözlerim görmeden önce olaylar ve süreçler hakkında bağımsız bir görüş oluşturdum. Bir entelektüel olarak bu fikirleri ifade etmenin benim ahlaki sorumluluğum olduğunu düşünüyorum. Örneğin, Türk ordusu 2008 kışında, sınırı geçip PKK’ya saldırdığında, üniversitemdeki öğrenciler protesto etmişti. Hükümet yetkilileri açıkça bu eylemlerden rahatsız oldu. Bunların Erbil’de gerçekleşmesinden hoşlanmadılar. Rektör olarak öğrencilere baskı uygulayarak protestoları durdurmamı beklediler. Medeni toplumlarda ifade özgürlüğünün bireyin en temel demokratik hakkı olduğuna inanırken, öğrencilere susmalarını nasıl söyleyebilirdim? Yanlış ve zarar verdikğini düşündükleri bir politikaya karşı eylem yapmak onların hakları. Biz de, eylemlerin ardındaki fikirlerin doğru veya yanlış olmasından bağımsız olarak, eylem yapma haklarını baskı altında tutmamalıyız. Bence devlet yetkilisi olmak, entelektüel, yazar ve eğitmenlikle iç içe geçen eleştirel fikrin temsilciliğinden ödün vermemeli. Bu bizi, PKK ve Kürt entelijensiyası arasındaki ilişkiye geri getiriyor. Bence, hakikat her zaman en önemli değerdir ve politik menfaate kurban gitmemelidir.
Yazının aslı:   http://t24.com.tr/uce-bolunen-kurt-aydinlarinin-buyuk-cogunlugu-susuyor/haber/179224.aspx

Hiç yorum yok: