Prof. Dr. Abbas Vali: PKK, Kuzey Irak'ta kalabilmek için PUK'a para ödedi
T24 Hazal Özvarış/Abbas Vali 02/11/2011
Abbas Vali, İran Kürdistanı’nda yer alan Mahabad kentinde doğdu. Henüz 17 yaşındayken “Komünist Manifesto”,” Ne Yapmalı” gibi sosyalizmi inşa eden kitaplar okuyan Vali, siyaset bilimi eğitimi almak için İran Ulusal Üniversitesi’ne gitti. Vali, mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktora için İngiltere’ye gitti; akademik kariyerine Galler’de başladı. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile eski Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) Başkanı ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani’nin ısrarları üzerine 2005 yılında Erbil’de Kürdistan Üniversitesi’ni kurdu. 2008 yılında KRG ile ilişkileri bozulan Abbas Vali, Irak’tan ayrıldı ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde misafir öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladı.
“Kürdistan Cumhuriyeti”, “Kapitalizm Öncesi İran”, “Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri” kitapları Avesta Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilerek yayımlanan Prof. Dr. Abbas Vali’ye sorduk:
Kürt milliyetçiliği nedir? Özerklik talebi Kürt milliyetçiliğinin yansıması mı? Bağımsız Kürt devleti hâlâ gündemde mi? Kürt sorunu nasıl çözülür? Barzani ve Talabani istese PKK’yı bölgeden dışarı çıkarabilir mi? Erdoğan, Kürt sorununu çözebilir mi? Merkez sol, Kürt sorununda nerede duruyor? Milliyetçilik savaştan besleniyor mu? Yeni Türk milliyetçiliğinin Kemalist milliyetçilikten farkı ne? BDP özgür bir parti mi? İşte Prof. Dr. Abbas Vali ile geçtiğimiz hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümü:
‘Barzani hareketi PKK’ya meydan okuyacak güçte değil’
-Barzani, Talabani ve Öcalan’ın portresini çizebilir misiniz?
Barzani, Talabani ve Öcalan farklı kültürlerin ürünleri ve aralarında çok temel farklılıklar var. Üçü de Kürt ancak Kürt toplumu içinde üç farklı liderlik kültürünü temsil ediyorlar ve bu farklılıklar, taraftarlarının çeşitliliklerini de tanımlıyor. Başka bir deyişle, taraftarları üç liderin duruşu, arka planı ve politik kültürlerini tanımlayan farklılıklara bağlı olarak ayrışıyor.
Barzani’ye baktığınızda daha geleneksel bir lider görüyorsunuz. Barzani’nin hareketi de, mücadelesi ve iktidar zemini de gelenekseldir. Bu harekette, ordu ve politik örgütlenmeyi bir arada tutan güç, Kürdistan Demokratik Partisi’dir. Liderlik ve komuta yapısının yanı sıra peşmerge gücünün çekirdeği de Barzani aşiretinden veya bölgedeki diğer ilişkili aşiretlerden geliyor. Ancak Öcalan’a baktığınızda çok daha farklı bir resim görüyorsunuz. Örnek olarak, ideolojisinin sosyalist karakterine ve gerilla kuvvetinin örgütlenişine bakın. Taraftarlarının sosyal yapısı da farklı; çoğu Kürt bölgesindeki kent merkezlerinde yaşayan şehirli ailelerden; Diyarbakır ve Batman’daki okullardan veya İran ve Irak’taki Kürt bölgelerinde yer alan benzer okullardan geliyor. PJAK oluşmadan önce, çatışmalarda ölen PKK’lıların listesine bakarsanız aralarında çok sayıda İran Kürdistanı’ndan gelen Kürtler olduğunu görürsünüz. Bu hareketin sosyal yapısı, Barzani’nin hareketinden çok farklı.
-Kürt halkı açısından, aralarındaki sıralama nedir?
PKK kurulmadan önce Türkiye’deki Kürtler için siyasal nüfuzun esas kaynağı Barzani ve hareketiydi. Barzani, o zamanlar Kürt milliyetçileri için çok daha fazla şey ifade ediyordu. Ancak, 1975’te, Barzani hareketinin yenilgisi ardından nüfuzu azaldı ve PKK, bu boşluğu doldurdu. 2003’te Saddam’ın devrilmesinden sonra, Irak’taki Kürt yönetimi kaybolan nüfuzunun bir kısmını geri kazandı ancak hâlâ PKK’ya meydan okuyacak bir pozisyonda değil.
PKK’nın gerilla kuvvetindeki bölgesel çeşitlilik göz önünde bulundurulduğunda, bence Öcalan ve PKK liderliği onlarla kendi politikaları ve örgüt çıkarları doğrultusunda ilişki kurmayı denedi. Yani, PKK liderliğinin politikaları öncelikli olarak Türkiye’deki Kürt meselesi ile tanımlandı, İran veya Irak’taki Kürt meselesiyle değil. Bu, Molla Mustafa Barzani’nin peşmerge gücünde İran ve Türkiye’den Kürtler olduğu, nüfuzunun dorukta olduğu zaman da geçerliydi. Barzani de Türkiye veya İran’daki Kürt bölgelerindeki duruma göre değil, Irak’taki politikalar ve kendi partisinin çıkarlarına göre hareket etti. Bu durum, Talabani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (PUK)’nin peşmerge gücünde İran Kürdistanı’ndan Kürtler bulunduğu altın çağı için de geçerliydi.
‘PKK, Kuzey Irak’ta kalabilmek için PUK’a para ödedi’
-Üç hareket asıl olarak kendi çıkarlarına göre hareket etse de PKK, kampları dolayısıyla Barzani ve Talabani’ye bağımlı değil mi? İsteseler PKK’yı bölge dışına çıkaramazlar mı?
Barzani ve Talabani, veya genel olarak KRG, PKK’ya böyle bir baskı uygulayamaz. Bunu hem içerdeki diğer politik güçler nedeniyle, hem de PKK’nın Türkiye Kürt bölgesindeki etkisinden dolayı yapamazlar. Sınır bölgesini yeniden savaş alanına çevirmek askeri ve ekonomik olarak ciddi anlamda aksi sonuçlar yaratır. KDP, PKK’yla uzun ve verimsiz bir savaş deneyimi yaşadı. Bunun bedeli sadece askeri ve ekonomik açıdan değil, politik ve ahlaki açıdan da ağır oldu. Ayrıca, Barzani ve Talabani de Saddam rejimine karşı mücadelelerini sürgünden yürüttüler. Durumu biliyor ve anlıyorlar. Bu yüzden, PKK’yla anlaşmaya varmak ve uyum sağlamak için çabalayacaklar. Onların tek istediği PKK’ya, “Burada kalabilirsiniz ama bizim bölgemizdeki üslerinizden Türkiye’ye karşı silahlı harekât yürütemezsiniz” demek. Tabii bu onların istediği, PKK’yla mutabakat sağlayıp sağlayamacakları ayrı bir konu. Bu noktada şunu belirtmek lazım, PKK, Barzani veya Talabani’ye lojistik ve finansal olarak bağımlı değil. Bana kalırsa, PKK hiçbir zaman onlardan para almadı. PKK’nın KRG, KDP veya PUK’tan finansal yardım aldığı bilgisi doğru değil.
-Söyledikleriniz şaşırtıcı, çünkü Talabani ve Barzani’nin PKK’ya finansal destek verdiği yazılır.
PKK’nın finansal olarak Barzani veya Talabani’ye bağımlı olduğuna inanmakla tamamen yanılıyorsunuz. Bu, Türkiye’deki düşmancıl medyanın oluşturduğu bir resim. Hatta size şunu söyleyebilirim, Saddam rejimi devrilmeden önce, PKK, Amerika ve İngiltere gibi batılı güçler tarafından 1991’de yaratılan güvenli bölgedeyken, burada kalabilmek için Talabani’nin lideri olduğu PUK’a para ödemek zorunda kaldı. Bilhassa, PKK’nın KDP ile savaştığı süreçten bahsediyorum. PKK, arkasını korumak ve güvende olmak için bunu yapmak zorundaydı.
‘PKK liderliği, ‘Para ödemekten yorulduk, dedi’
-Bu bilgi nereden geliyor?
Bu bilgi, PKK üstlerinden geliyor. PKK, 1990’larda güvenli bölgede kalırken KDP ve PKK arasında çatışma çıkmıştı. Ancak PKK, PUK’un kontrolünde olan bölgede kalmaya devam etti. Bunun için de para ödemesi gerekti. Bir noktada anlaşmazlıklar başlayınca PUK, sorun çıkararak PKK’ya baskı uygulamaya başladı. PKK, hem Türk ordusu, hem KDP ve hem de PUK’la savaşmak istemediğinden bazı insanlar üç cephede savaşmaktan kaçınmak için para ödemeyi önerdi. Bundan sonra bana, PKK liderliğinin “Para ödemekten yorulduk” dediği söylendi. Kulağa garip geliyor, biliyorum ama PKK para ödedi, hem de çok para. PKK’nın o dönemdeki operasyonel bağımsızlığının ana nedenlerinden biri buydu. Ancak bu, şu an uygulanmıyor. PKK dağlara çekildi ve Iraklı Kürt kuvvetlerinin güvenliğine bağımlı değil. Kendi bölgelerini, kendileri kontrol ediyor.
-Ne kadar ödendiğini biliyor musunuz?
O günlerde ödemek zorunda kaldıklarını biliyorum ama ne kadar ödediklerini veya ne kadar düzenli ödediklerini bilmiyorum. Sürecin sonunda PUK’la savaşa girmeden önce ödemelerin düzenli olduğu görünüyor. Ama savaştan sonra ödediklerini sanmıyorum. Savaşta PKK, PUK’a ağır bir darbe indirdi ve PUK yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Eğer, hâlâ ödüyorlarsa çok şaşırırım. Ama şunu net bir şekilde söyleyebilirim, PKK finansal olarak onlara bağımlı değil.
‘KDP içinde PKK’yı en büyük düşmanı olarak gören bir fraksiyon var’ -
Çukurca’daki 24 askerin öldürülmesinin ardından Barzani, “Türkiye hükümetiyle birlikteyiz” mesajı verdi. Barzani, bu konuda samimi mi yoksa koşullar gerektirdiği için mi bu mesajı veriyor?
Federal Kürdistan Bölgesi hükümeti, yani Barzani başkanlığındaki KDP, PKK’nın Kandil’deki varlığından memnun değil, ama sıkıştılar. Bir taraftan PKK’nın Kürt; aynı milletin, aynı insanların parçası olmasından kaynaklanan etik sebepler var. Bu yüzden, KRG onların bölgede bulunmasını reddedemez, PKK, bir ordudan korunmaya muhtaç göçmenler gibi. Diğer taraftan da PKK’yı bölgeden ancak şiddet kullanarak çıkartabilirler. Bu da başka bir kardeş katline neden olur, kan kardeşleri birbirlerini öldürür ve Barzani, açık bir şekilde Kürdistan’da bir daha kardeş katli istemediğini söyledi. Sözleri PUK’a ithafen söylenmiş olsa da, PKK için de geçerli. En azından böyle varsayabiliriz. Dahası, şiddete başvurmayı istediklerini sanmıyorum çünkü bu Türkiye ve İran’daki Kürtler başta olmak üzere halk arasındaki itibarlarını çok olumsuz yönde etkiler. Tüm bunlara karşın, Türk hükümetiyle geliştirdikleri ekonomik ve politik ilişkilerin zedelenmesi fikrinden de rahatsızlar. Bu olasılık, hem bugünkü hem de gelecekteki çıkarlarıyla ciddi olarak ters düşüyor. Özellikle, ABD güçleri Irak’tan ayrıldıktan sonra KRG’nin Türk hükümetiyle yakınlaşmasını bekliyorum.
Bence, KDP, kamusal alanda Türkiye hükümetiyle yan yana gelerek “bu mesele tabi ki de bitmeli” diyor ancak gerçekte, PKK’nın Irak Kürdistanı’ndaki varlığının, daha geniş bir sorunun, yani Türkiye’deki Kürt meselesinin bir dışavurumu olduğunu görüyor. KDP, Kürt meselesinin PKK’yı Kandil dağlarından çıkarmakla bitmeyeceğini biliyor. KDP, direkt olarak müdahale etmeyeceklerini ama Türkiye hükümeti istediğinde Türk birliklerinin sınır ötesi harekât yapmasına izin vereceklerini açıklığa kavuşturuyor. Ama KDP’nin sınır ötesi harekâtların verimli olmadığını çok iyi bildiğinden eminim.
Başka bir mesele daha var, o da PKK ve KDP arasındaki ilişkinin geçmişi. Bu geçmişin büyük çoğunluğunu anlaşmazlık ve düşmanlık oluşturuyor. PKK ve KDP arasındaki bu düşmanlık geçmişi unutulmamalı. KDP içinde PKK’yı hâlâ en büyük düşmanı olarak gören bir fraksiyon var ama bu fraksiyonun karar alma yetkisi olup olmadığı tartışılır. PKK da KDP’yle ideolojik ve politik olarak ciddi farklılıkları olduğunu saklamıyor. KDP’yi aşiretçi ve geleneksel buluyorlar. Şu an kamusal olarak bahsedilmese de PKK içinde baskın olan sol fraksiyon, KDP’yi politik olarak muhafazakar, hatta gerici buluyor. Diğer taraftan, PKK, Irak hükümetiyle (KRG) iyi ilişkiler kurdu. Buna rağmen KRG, PKK’yı silahlı çatışma yürütmemeye ikna edemedi.
‘PKK, bağımsız Kürt devletinden 1990’ların başında vazgeçti’
-“Kürt milliyetçiliği” nedir?
Kürt milliyetçiliği, soyut bir teorik kavram olsa da somut bir politik gerçekliğe işaret ediyor. Kürt milliyetçiliği, Kürtlerin vatandaş olarak yaşayabileceği bağımsız bir Kürt devleti arayışına verilen isimdir. Ama bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de tanık olduğumuz Kürt milliyetçiliği, bu fikirden çok farklı bir noktada.
1918’den, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan ve Kürdistan bölgesinin parçaları yeni kurulan Irak ve Suriye’ye bağlandıktan sonra, Kürtler bir millet olarak politik, demografik ve coğrafi birliğini kaybetti. Bu tarihten itibaren, Kürt milliyetçiliği amaçlarını değiştirdi.
Kanaatime göre, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kürt hareketleri hiçbir zaman, siyasi birlik içinde bölgesel olarak bütün bir bağımsız devlete dayandırılan programlı, milliyetçi bir politika izlemedi. 20. yüzyılın başlarında Haybun veya 1946’da İran’da Kürt Cumhuriyeti gibi hadiseler yaşandı ama bölgesel ve uluslararası politikalardaki güç dengesi ve koşulların zorlaması ile Kürtlerin yaşadıkları ülkelerdeki siyasi durumlar Kürt milliyetçiliğinin amaçlarını ve hedeflerini değiştirdi.
-Türkiye özelinde Kürt milliyetçiliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK, mücadelesine Kürt milliyetçiliğini bağımsız devlet fikriyle bağdaştırarak başladı, fakat gücünün en yüksek olduğu 1990’ların başından itibaren bağımsız Kürt devleti fikrinden vazgeçti.
Bugün Türkiye’deki Kürt milliyetçiliğinden bahsettiğimizde farklı hedefleri olan farklı tür mücadelelerden bahsediyoruz. Kürt milliyetçiliği bugün Kürt kimliği ve haklarının tanınması için verilen söylem ve pratiklerin bir bütünüdür. Bu tanınmanın arkasında, sivil ve demokratik haklar yatıyor: Demokratik anayasa tarafından garanti altına alınan demokratik vatandaşlık, eşit konuşma hakkı, anadilde eğitim, bölgesel özyönetim hakkı, özyönetim için Türkiye egemenliği içerisinde ve devletin toprak bütünlüğüne saygı duyan bir çerçevede bölgesel özerklik hakkı. Yani, bugün Kürt milliyetçiliği, Kürtlerin sivil ve demokratik hakları için mücadele veren demokratik bir harekettir.
Yazının aslı: http://t24.com.tr/haberdetay/178988.aspx
T24 Hazal Özvarış/Abbas Vali 02/11/2011
Abbas Vali, İran Kürdistanı’nda yer alan Mahabad kentinde doğdu. Henüz 17 yaşındayken “Komünist Manifesto”,” Ne Yapmalı” gibi sosyalizmi inşa eden kitaplar okuyan Vali, siyaset bilimi eğitimi almak için İran Ulusal Üniversitesi’ne gitti. Vali, mezun olduktan sonra yüksek lisans ve doktora için İngiltere’ye gitti; akademik kariyerine Galler’de başladı. Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile eski Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KRG) Başkanı ve Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) Genel Başkan Yardımcısı Neçirvan Barzani’nin ısrarları üzerine 2005 yılında Erbil’de Kürdistan Üniversitesi’ni kurdu. 2008 yılında KRG ile ilişkileri bozulan Abbas Vali, Irak’tan ayrıldı ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji bölümünde misafir öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladı.
“Kürdistan Cumhuriyeti”, “Kapitalizm Öncesi İran”, “Kürt Milliyetçiliğinin Kökenleri” kitapları Avesta Yayınları tarafından Türkçe’ye çevrilerek yayımlanan Prof. Dr. Abbas Vali’ye sorduk:
Kürt milliyetçiliği nedir? Özerklik talebi Kürt milliyetçiliğinin yansıması mı? Bağımsız Kürt devleti hâlâ gündemde mi? Kürt sorunu nasıl çözülür? Barzani ve Talabani istese PKK’yı bölgeden dışarı çıkarabilir mi? Erdoğan, Kürt sorununu çözebilir mi? Merkez sol, Kürt sorununda nerede duruyor? Milliyetçilik savaştan besleniyor mu? Yeni Türk milliyetçiliğinin Kemalist milliyetçilikten farkı ne? BDP özgür bir parti mi? İşte Prof. Dr. Abbas Vali ile geçtiğimiz hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirdiğimiz söyleşinin ilk bölümü:
‘Barzani hareketi PKK’ya meydan okuyacak güçte değil’
-Barzani, Talabani ve Öcalan’ın portresini çizebilir misiniz?
Barzani, Talabani ve Öcalan farklı kültürlerin ürünleri ve aralarında çok temel farklılıklar var. Üçü de Kürt ancak Kürt toplumu içinde üç farklı liderlik kültürünü temsil ediyorlar ve bu farklılıklar, taraftarlarının çeşitliliklerini de tanımlıyor. Başka bir deyişle, taraftarları üç liderin duruşu, arka planı ve politik kültürlerini tanımlayan farklılıklara bağlı olarak ayrışıyor.
Barzani’ye baktığınızda daha geleneksel bir lider görüyorsunuz. Barzani’nin hareketi de, mücadelesi ve iktidar zemini de gelenekseldir. Bu harekette, ordu ve politik örgütlenmeyi bir arada tutan güç, Kürdistan Demokratik Partisi’dir. Liderlik ve komuta yapısının yanı sıra peşmerge gücünün çekirdeği de Barzani aşiretinden veya bölgedeki diğer ilişkili aşiretlerden geliyor. Ancak Öcalan’a baktığınızda çok daha farklı bir resim görüyorsunuz. Örnek olarak, ideolojisinin sosyalist karakterine ve gerilla kuvvetinin örgütlenişine bakın. Taraftarlarının sosyal yapısı da farklı; çoğu Kürt bölgesindeki kent merkezlerinde yaşayan şehirli ailelerden; Diyarbakır ve Batman’daki okullardan veya İran ve Irak’taki Kürt bölgelerinde yer alan benzer okullardan geliyor. PJAK oluşmadan önce, çatışmalarda ölen PKK’lıların listesine bakarsanız aralarında çok sayıda İran Kürdistanı’ndan gelen Kürtler olduğunu görürsünüz. Bu hareketin sosyal yapısı, Barzani’nin hareketinden çok farklı.
-Kürt halkı açısından, aralarındaki sıralama nedir?
PKK kurulmadan önce Türkiye’deki Kürtler için siyasal nüfuzun esas kaynağı Barzani ve hareketiydi. Barzani, o zamanlar Kürt milliyetçileri için çok daha fazla şey ifade ediyordu. Ancak, 1975’te, Barzani hareketinin yenilgisi ardından nüfuzu azaldı ve PKK, bu boşluğu doldurdu. 2003’te Saddam’ın devrilmesinden sonra, Irak’taki Kürt yönetimi kaybolan nüfuzunun bir kısmını geri kazandı ancak hâlâ PKK’ya meydan okuyacak bir pozisyonda değil.
PKK’nın gerilla kuvvetindeki bölgesel çeşitlilik göz önünde bulundurulduğunda, bence Öcalan ve PKK liderliği onlarla kendi politikaları ve örgüt çıkarları doğrultusunda ilişki kurmayı denedi. Yani, PKK liderliğinin politikaları öncelikli olarak Türkiye’deki Kürt meselesi ile tanımlandı, İran veya Irak’taki Kürt meselesiyle değil. Bu, Molla Mustafa Barzani’nin peşmerge gücünde İran ve Türkiye’den Kürtler olduğu, nüfuzunun dorukta olduğu zaman da geçerliydi. Barzani de Türkiye veya İran’daki Kürt bölgelerindeki duruma göre değil, Irak’taki politikalar ve kendi partisinin çıkarlarına göre hareket etti. Bu durum, Talabani ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (PUK)’nin peşmerge gücünde İran Kürdistanı’ndan Kürtler bulunduğu altın çağı için de geçerliydi.
‘PKK, Kuzey Irak’ta kalabilmek için PUK’a para ödedi’
-Üç hareket asıl olarak kendi çıkarlarına göre hareket etse de PKK, kampları dolayısıyla Barzani ve Talabani’ye bağımlı değil mi? İsteseler PKK’yı bölge dışına çıkaramazlar mı?
Barzani ve Talabani, veya genel olarak KRG, PKK’ya böyle bir baskı uygulayamaz. Bunu hem içerdeki diğer politik güçler nedeniyle, hem de PKK’nın Türkiye Kürt bölgesindeki etkisinden dolayı yapamazlar. Sınır bölgesini yeniden savaş alanına çevirmek askeri ve ekonomik olarak ciddi anlamda aksi sonuçlar yaratır. KDP, PKK’yla uzun ve verimsiz bir savaş deneyimi yaşadı. Bunun bedeli sadece askeri ve ekonomik açıdan değil, politik ve ahlaki açıdan da ağır oldu. Ayrıca, Barzani ve Talabani de Saddam rejimine karşı mücadelelerini sürgünden yürüttüler. Durumu biliyor ve anlıyorlar. Bu yüzden, PKK’yla anlaşmaya varmak ve uyum sağlamak için çabalayacaklar. Onların tek istediği PKK’ya, “Burada kalabilirsiniz ama bizim bölgemizdeki üslerinizden Türkiye’ye karşı silahlı harekât yürütemezsiniz” demek. Tabii bu onların istediği, PKK’yla mutabakat sağlayıp sağlayamacakları ayrı bir konu. Bu noktada şunu belirtmek lazım, PKK, Barzani veya Talabani’ye lojistik ve finansal olarak bağımlı değil. Bana kalırsa, PKK hiçbir zaman onlardan para almadı. PKK’nın KRG, KDP veya PUK’tan finansal yardım aldığı bilgisi doğru değil.
-Söyledikleriniz şaşırtıcı, çünkü Talabani ve Barzani’nin PKK’ya finansal destek verdiği yazılır.
PKK’nın finansal olarak Barzani veya Talabani’ye bağımlı olduğuna inanmakla tamamen yanılıyorsunuz. Bu, Türkiye’deki düşmancıl medyanın oluşturduğu bir resim. Hatta size şunu söyleyebilirim, Saddam rejimi devrilmeden önce, PKK, Amerika ve İngiltere gibi batılı güçler tarafından 1991’de yaratılan güvenli bölgedeyken, burada kalabilmek için Talabani’nin lideri olduğu PUK’a para ödemek zorunda kaldı. Bilhassa, PKK’nın KDP ile savaştığı süreçten bahsediyorum. PKK, arkasını korumak ve güvende olmak için bunu yapmak zorundaydı.
‘PKK liderliği, ‘Para ödemekten yorulduk, dedi’
-Bu bilgi nereden geliyor?
Bu bilgi, PKK üstlerinden geliyor. PKK, 1990’larda güvenli bölgede kalırken KDP ve PKK arasında çatışma çıkmıştı. Ancak PKK, PUK’un kontrolünde olan bölgede kalmaya devam etti. Bunun için de para ödemesi gerekti. Bir noktada anlaşmazlıklar başlayınca PUK, sorun çıkararak PKK’ya baskı uygulamaya başladı. PKK, hem Türk ordusu, hem KDP ve hem de PUK’la savaşmak istemediğinden bazı insanlar üç cephede savaşmaktan kaçınmak için para ödemeyi önerdi. Bundan sonra bana, PKK liderliğinin “Para ödemekten yorulduk” dediği söylendi. Kulağa garip geliyor, biliyorum ama PKK para ödedi, hem de çok para. PKK’nın o dönemdeki operasyonel bağımsızlığının ana nedenlerinden biri buydu. Ancak bu, şu an uygulanmıyor. PKK dağlara çekildi ve Iraklı Kürt kuvvetlerinin güvenliğine bağımlı değil. Kendi bölgelerini, kendileri kontrol ediyor.
-Ne kadar ödendiğini biliyor musunuz?
O günlerde ödemek zorunda kaldıklarını biliyorum ama ne kadar ödediklerini veya ne kadar düzenli ödediklerini bilmiyorum. Sürecin sonunda PUK’la savaşa girmeden önce ödemelerin düzenli olduğu görünüyor. Ama savaştan sonra ödediklerini sanmıyorum. Savaşta PKK, PUK’a ağır bir darbe indirdi ve PUK yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. Eğer, hâlâ ödüyorlarsa çok şaşırırım. Ama şunu net bir şekilde söyleyebilirim, PKK finansal olarak onlara bağımlı değil.
‘KDP içinde PKK’yı en büyük düşmanı olarak gören bir fraksiyon var’ -
Çukurca’daki 24 askerin öldürülmesinin ardından Barzani, “Türkiye hükümetiyle birlikteyiz” mesajı verdi. Barzani, bu konuda samimi mi yoksa koşullar gerektirdiği için mi bu mesajı veriyor?
Federal Kürdistan Bölgesi hükümeti, yani Barzani başkanlığındaki KDP, PKK’nın Kandil’deki varlığından memnun değil, ama sıkıştılar. Bir taraftan PKK’nın Kürt; aynı milletin, aynı insanların parçası olmasından kaynaklanan etik sebepler var. Bu yüzden, KRG onların bölgede bulunmasını reddedemez, PKK, bir ordudan korunmaya muhtaç göçmenler gibi. Diğer taraftan da PKK’yı bölgeden ancak şiddet kullanarak çıkartabilirler. Bu da başka bir kardeş katline neden olur, kan kardeşleri birbirlerini öldürür ve Barzani, açık bir şekilde Kürdistan’da bir daha kardeş katli istemediğini söyledi. Sözleri PUK’a ithafen söylenmiş olsa da, PKK için de geçerli. En azından böyle varsayabiliriz. Dahası, şiddete başvurmayı istediklerini sanmıyorum çünkü bu Türkiye ve İran’daki Kürtler başta olmak üzere halk arasındaki itibarlarını çok olumsuz yönde etkiler. Tüm bunlara karşın, Türk hükümetiyle geliştirdikleri ekonomik ve politik ilişkilerin zedelenmesi fikrinden de rahatsızlar. Bu olasılık, hem bugünkü hem de gelecekteki çıkarlarıyla ciddi olarak ters düşüyor. Özellikle, ABD güçleri Irak’tan ayrıldıktan sonra KRG’nin Türk hükümetiyle yakınlaşmasını bekliyorum.
Bence, KDP, kamusal alanda Türkiye hükümetiyle yan yana gelerek “bu mesele tabi ki de bitmeli” diyor ancak gerçekte, PKK’nın Irak Kürdistanı’ndaki varlığının, daha geniş bir sorunun, yani Türkiye’deki Kürt meselesinin bir dışavurumu olduğunu görüyor. KDP, Kürt meselesinin PKK’yı Kandil dağlarından çıkarmakla bitmeyeceğini biliyor. KDP, direkt olarak müdahale etmeyeceklerini ama Türkiye hükümeti istediğinde Türk birliklerinin sınır ötesi harekât yapmasına izin vereceklerini açıklığa kavuşturuyor. Ama KDP’nin sınır ötesi harekâtların verimli olmadığını çok iyi bildiğinden eminim.
Başka bir mesele daha var, o da PKK ve KDP arasındaki ilişkinin geçmişi. Bu geçmişin büyük çoğunluğunu anlaşmazlık ve düşmanlık oluşturuyor. PKK ve KDP arasındaki bu düşmanlık geçmişi unutulmamalı. KDP içinde PKK’yı hâlâ en büyük düşmanı olarak gören bir fraksiyon var ama bu fraksiyonun karar alma yetkisi olup olmadığı tartışılır. PKK da KDP’yle ideolojik ve politik olarak ciddi farklılıkları olduğunu saklamıyor. KDP’yi aşiretçi ve geleneksel buluyorlar. Şu an kamusal olarak bahsedilmese de PKK içinde baskın olan sol fraksiyon, KDP’yi politik olarak muhafazakar, hatta gerici buluyor. Diğer taraftan, PKK, Irak hükümetiyle (KRG) iyi ilişkiler kurdu. Buna rağmen KRG, PKK’yı silahlı çatışma yürütmemeye ikna edemedi.
‘PKK, bağımsız Kürt devletinden 1990’ların başında vazgeçti’
-“Kürt milliyetçiliği” nedir?
Kürt milliyetçiliği, soyut bir teorik kavram olsa da somut bir politik gerçekliğe işaret ediyor. Kürt milliyetçiliği, Kürtlerin vatandaş olarak yaşayabileceği bağımsız bir Kürt devleti arayışına verilen isimdir. Ama bugün Türkiye, İran, Irak ve Suriye’de tanık olduğumuz Kürt milliyetçiliği, bu fikirden çok farklı bir noktada.
1918’den, Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan ve Kürdistan bölgesinin parçaları yeni kurulan Irak ve Suriye’ye bağlandıktan sonra, Kürtler bir millet olarak politik, demografik ve coğrafi birliğini kaybetti. Bu tarihten itibaren, Kürt milliyetçiliği amaçlarını değiştirdi.
Kanaatime göre, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Kürt hareketleri hiçbir zaman, siyasi birlik içinde bölgesel olarak bütün bir bağımsız devlete dayandırılan programlı, milliyetçi bir politika izlemedi. 20. yüzyılın başlarında Haybun veya 1946’da İran’da Kürt Cumhuriyeti gibi hadiseler yaşandı ama bölgesel ve uluslararası politikalardaki güç dengesi ve koşulların zorlaması ile Kürtlerin yaşadıkları ülkelerdeki siyasi durumlar Kürt milliyetçiliğinin amaçlarını ve hedeflerini değiştirdi.
-Türkiye özelinde Kürt milliyetçiliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?
PKK, mücadelesine Kürt milliyetçiliğini bağımsız devlet fikriyle bağdaştırarak başladı, fakat gücünün en yüksek olduğu 1990’ların başından itibaren bağımsız Kürt devleti fikrinden vazgeçti.
Bugün Türkiye’deki Kürt milliyetçiliğinden bahsettiğimizde farklı hedefleri olan farklı tür mücadelelerden bahsediyoruz. Kürt milliyetçiliği bugün Kürt kimliği ve haklarının tanınması için verilen söylem ve pratiklerin bir bütünüdür. Bu tanınmanın arkasında, sivil ve demokratik haklar yatıyor: Demokratik anayasa tarafından garanti altına alınan demokratik vatandaşlık, eşit konuşma hakkı, anadilde eğitim, bölgesel özyönetim hakkı, özyönetim için Türkiye egemenliği içerisinde ve devletin toprak bütünlüğüne saygı duyan bir çerçevede bölgesel özerklik hakkı. Yani, bugün Kürt milliyetçiliği, Kürtlerin sivil ve demokratik hakları için mücadele veren demokratik bir harekettir.
Yazının aslı: http://t24.com.tr/haberdetay/178988.aspx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder