Sayın Erdoğan’ın iki
yıl boyunca savunduğu ve ülke gündeminin en üst sırasında yer alan başkanlık
sorunu olağanüstü hâl (OHAL) ilanının ve Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK)
devreye girdiği tarihten itibaren çözüm yoluna girmiş bulunuyor. Artık kimse başkanlık
sisteminden söz etmiyor. Konu kapanmış başkanlık tartışması son bulmuştur. Daha önce fikri altyapısı
hazırlanan ve OHAL ilanı ile birlikte Sayın Erdoğan’ın tek adam yönetimine
dayalı başkanlık sistemi fiilen kurulmuş oldu.
Tarık Ziya Ekinci 22.09.2016 T24
Nitekim Sayın
Erdoğan başkan rejimi kurulmuş gibi davranmakta gerekli gördüğünde başbakanı
değiştirmekte ve hükümet üyelerini atamaktadır. Fiili olarak yürütmenin
başıdır. KHK’lerle yargıçları atayabildiği ve görevden alabildiği için yargının
başıdır. Çoğunluk grubunun başkanı olarak Yasamaya da egemendir. Meclis'e karşı
sorumluluğu yoktur. OHAL’in sağladığı olanaklarla istediği zaman ve istediği
amaç için KHK çıkarabilmektedir.
Bu
uygulamalar, Sayın Erdoğan’ın kuvvetler birliğini oluşturduğu ve tek başına
egemen olduğu Türkiye tipi otoriter başkanlık sistemini fiili olarak kurup
işlettiğini gösteren açık kanıtlardır.
FETÖ'cü hıyanet çetesinin darbe girişimi ve sonrasındaki gelişmeler
Yıllardır AKP’nin
desteğiyle bürokrasinin tüm kademelerinde örgütlenerek devlet içinde paralel
bir devlet oluşturan FETÖ'cü cemaat, artık devletteki gücünün doruğuna ulaştığı
kanısına varmıştı. Ordudaki güçlü kadrosuna güvenerek yönetimi ele geçirmek
için 15 Temmuz’da askeri bir darbe girişiminde bulundu. Ama halkın ölümüne
direnmesiyle karşılaştı. Direnen halk yüzlerce şehit verdi. Hükümetin, siyasal
partilerin ve Meclis'in de dik durmasıyla darbeciler birkaç saat içinde
darmadağın oldu. Kalkışmacı unsurlar devlete bağlı güvenlik güçleri tarafından
yakalanarak tutuklandı ve darbe girişimi başladığı gibi son buldu.
Sayın Erdoğan darbe girişimin sonuna gelindiği 16 Temmuz günü saat
04.30’da Atatürk Havaalanında basına ve kendisini karşılayan kalabalığa yaptığı
konuşmada “Darbe girişimi Allah'ın büyük bir
lütfüdür" diyerek devlette köklü değişiklikler yapacağının ve
önceden tasarladığı yeni bir Türkiye inşa edeceğinin ilk işaretini veriyordu.
Sayın Erdoğan’ın gerçek amacı çok geçmeden ardı ardına aldığı kararlar ve
yaptığı eylemlerle ortaya çıktı:
·
20 Temmuz 2016 günü olağanüstü hâl (OHAL) kararı alındı. Bu karar aynı gün
AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla mecliste onaylanarak Resmi Gazete'de
ilan edildi.
·
Darbe eylemine fiilen katılan ve darbenin hazırlanmasında katkısı sabit
olan asker ya da sivil unsurlar yakalanarak tutuklandı. Hainlerin süratle
derdest edilerek tutuklanmaları toplumda büyük bir sevinç, rahatlama ve
memnunluk yarattı.
·
Çok geçmeden OHAL’in sağladığı geniş yetkilerin hukuksal olmayan amaçlarla
kullanılması ve keyfiliğin bir devlet politikası haline getirilmesi ise aksine
toplumda giderek artan bir huzursuzluğa yol açtı.
·
OHAL kararı ile birlikte Meclis devre dışına çıkarıldı. Ülkenin Kanun
Hükmünde Kararnameler (KHK) ile yönetilmesi ilkesi benimsendi. Örneğin son
torba yasada, Hakkâri ve Şırnak’ın ilçe, Yüksekova ile Cizre’nin il
yapılmalarına ilişkin hükümet tasarısı Meclis'teki dört partinin ortak
kararıyla geri çekildi. Keza hükümetin uygun gördüğü belediye başkanlarının
görevden alınarak yerlerine kayyum atılmasına ilişkin kanun tasarısı da Meclis
kararı ile gündemden çıkarıldı. Buna karşılık Sayın Erdoğan’ın isteği üzerine
Meclis'in oybirliği ile reddettiği tasarılar hükümetin çıkardığı özel KHK’lerle
yürürlüğe konuldu. Sayın Erdoğan açısından artık meclis işlevini yitirmiş, yasa
ihtiyacı KHK’lerle karşılanacaktı.
·
OHAL ilanından sonra meclisle birlikte AKP dışındaki partiler de
işlevsizleşti. Muhalefetin Meclis'te yasama ve denetleme etkinliklerine
katılması zaman kaybına neden olduğu düşüncesiyle sorunların tartışmasız biçimde
KHK’lerle çözülmesi ağırlık kazandı.
·
Daha önce politik nedenlerle Saray'a gitmemeye kararlı olan CHP ve MHP
darbecilere karşı birlik görünümü vermek amacıyla Sayın Cumhurbaşkanının
çağrısına uyarak beş tepeye çıktılar. Ancak Sayın Erdoğan HDP’yi ulusal
birliğin dışında göstermekte kararlı olduğu için beş tepedeki toplantıya
çağırmadı. Cumhurbaşkanının HDP’yi dışlamasındaki bir diğer amacı da MHP’nin
HDP düşmanlığı üzerine kurulu temel politikasını benimsediğini göstermek ve bu
partinin hem mecliste hem de tabandaki oylarını AKP’ye imale etmekti. CHP ise şaşkın ördek gibi iki arada bir
derede kalmış. Ana muhalefet görevinin gereklerini mi yapmalı, yoksa yapay
birlik gösterilerinde AKP’nin arkasına mı takılmalıydı? Sonuçta hem
Saraya çıkmaya hem de AKP’nin Yenikapı mitingine katılmaya karar verdi. Sözde
birlik mesajı fiiliyatta CHP’nin de MHP gibi AKP’ye boyun eğerek yapılan
hukuksuzluklara destek sunma eylemine dönüştü. İki muhalefet partisinin ulusal
birlik görünümü altında Sayın Erdoğan’ın arkasına takılmaları AKP’nin
kamuoyundaki desteğini yüzde 70 gibi normalde ulaşılması zor bir düzeye
çıkardı.
·
Darbe girişiminden önce CHP ve MHP’nin desteğiyle anayasa değişikliği
yapılarak milletvekilli dokunulmazlığının makabline şamil biçimde kaldırılması
Meclis'in itibarını kırma bağlamında yapılmış en büyük darbelerden biridir. Ne
acıdır ki, bu ağır darbe iktidarın keyfiliğine karşı meclisin saygınlığını
korumakla yükümlü ana muhalefet partisi CHP’nin katkısıyla gerçekleşti.
Olayların gelişmesinden ve başlatılan kovuşturmaların seyrinden, AKP’nin
dokunulmazlıkları kaldırmadaki gerçek amacının HDP yöneticileriyle
milletvekillerini tutuklatmak ve bu partiyi fiilen tasfiye etmek olduğu açıkça
anlaşılmaktadır. Nitekim Sayın Erdoğan şahsıyla ilgili davalarda CHP ve MHP
yöneticileri hakkındaki şikâyetlerini geri aldığı halde HDP hakkındakileri
sürdürmekte. Keza bugüne kadar yalnız HDP yönetici ve milletvekilleri
hakkındaki davalar için kovuşturma açılması da manidardır. Gidişat diğer parti
mensupları hakkındaki fezlekelerin işleme konulmayarak zaman aşımı ile ortadan
kaldırılacağı yönündedir.
·
Sayın Cumhurbaşkanı gerekli gördüğünde başbakanı değiştirmekte, istediği
bakanı görevden almakta ve yerine bir başkasını atamakta tek başına karar
verebilmektedir. Böylece, anayasal meşruluk kazanmadan, AKP’nin öngördüğü tek
kişi yönetimine dayalı başkanlık sisteminin nasıl işlediği fiili olarak
gösterilmiş ve kamuoyu buna hazırlanmış oluyordu.
·
Erdoğan’ın başkanlığında birbiri ardına çıkarılan KHK’ler ile devletin
yapısı altüst edildi. Kesinleşmiş yargı kararı olmadan binlerce yargıç FETÖ'CÜ
ÇETE ile ilişkilendirilerek görevden alındı. Bunların bir
bölümü tutuklandı. Ordu içinde darbecilere katılmayan unsurlar da aynı yöntemle
tasfiye edildi. Ayrıca başta üniversite öğretim üyeleri, öğretmenler, Güvenlik
Teşkilatı ile Bakanlıkların üst düzey bürokratları olmak üzere yüz bini aşkın
devlet çalışanının görevlerine son verildi. Şimdilik, dördü hariç 25’i doğu ve
güneydoğudan, 29 belediye başkanı görevden alınarak yerlerine kayyum atandı.
Meclisin onayı aranmadan yayımlanan KHK’lerle devleti yıkma süreci devam
etmekte ve nerede duracağı da bilinmiyor.
·
Doğu ve Güneydoğu’da salt etnik kökenleri nedeniyle terör örgütüyle
irtibatlı olabilecekleri varsayılan 14 bin öğretmenin görevlerine KHK’lerle son
verildi.
·
FETÖ'cü diye yaftalanan kimi işadamlarının yönettikleri ve ülke
ekonomisinin temelini oluşturan dev şirketlere, büyük holdinglere el konuldu,
kayyuma devredildi ve yöneticileri tutuklandı. FETÖ'cü cemaatle bağlantılı
olduğu varsayılan bankalar kapatılarak tasfiye edildi. Mudiler gözaltına
alındı, bir bölümü de tutuklandı.
·
FETÖ'cülük ithamına maruz kalarak görevden alınma ve tutuklanma korkusu
toplumun üzerine bir kâbus gibi çökmüş. Bürokrasi FETÖ'cü ithamına maruz
kalmaktan çekindiği için hukuk kurallarına göre değil, hükümetin buyruğuna göre
davranmakta. Savcılar ve yargıçlar kanunlara göre değil, hükümetin eğilimine
bakarak karar vermekte. Sayın Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin hukuka aykırı
tasarruflarını eleştirmek suç sayılıyor. Bu suçu işledikleri varsayılan
zanlıların tutuklanarak yargılanmaları kural haline getirilmiş. Aksi yönde
hareket eden yargı mensupları FETÖ'cü ithamın tehdidi altındadır. Türkiye’de
bireysel hak ve özgürlüklerin sınırı kanunlarla değil, Sayın Erdoğan’ın değer
yargıları, değişen psikolojisi ve hükümetin keyfi kararlarıyla belirlenmekte.
Çoğu zaman Sayın Erdoğan’ın ya da bir hükümet yetkilisinin açıklamasıyla bir
eylem suç kapsamına alınmakta ve buna hukuksal kılıf uydurulmaktadır. Hangi
davanın mahkûmiyetle sonuçlanması gerektiğini yetkililerin açık ya da örtülü
talimatları belirliyor. Hangi fikrin, hangi eylemin suç olduğu bilinmiyor.
Düşünce açıklamanın, toplumsal ya da sanatsal bir eylemin suç sayılma ihtimali
toplumda genel bir durgunluğa ve içe kapanmaya neden olmuş. Özetle Türkiye bir
korku devletine dönüşmüştür.
·
Devlet olmanın temel kuralı hukuk içinde kalmak ve yaşamın her alanında
hukukun üstünlüğünü koruyarak sürdürebilmektir. Keyfilik ve
hukuksuzluk ise anarşidir. Hukuksuzluğun kural haline geldiği
toplumlarda devlet meşruluğunu yitirir.
Milletin sözde yararı
gözetilerek yapılan kanunsuzlukların yaygınlaşması ve teşvik görmesi endişe
vericidir.
Sayın Başbakan Yıldırım’ın 8 Eylül’de
Valilere hitaben yaptığı konuşma bu niteliktedir: “Milletin işini görürken hata yaptım, şurada yanlış yaptım’ demeyin. Sahadaki hiçbir iş
şekil ve usul hatası olmadan yapılmaz. İş mi yapacağız mevzuatı mı
kollayacağız? Mesele milletin menfaati ise hata yapın! Ama hainlik yapmayın.”
Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da her zaman
hukuktan önce milletin menfaatinin düşünülmesini tavsiye etmekte. Nitekim 26
Ocak’ta kaymakamlara hitaben yaptığı konuşmada, “Yeri geldiği zaman mevzuatı bir kenara koyun. Gerekirse belediyelerin araç
gereçlerine el koyarak, diğer imkânları kullanarak hayatı normale döndürmek
zorundayız” diyor.
Eski bir İçişleri Bakanı da kanunsuzluğu
teşvik etmede daha da ileri giderek, “Siz yapın! Kanuna uymuyorsa,
uygun olan kanun yapılır. Biz devletiz. Meclis'in çoğunluğu bizde, istediğimiz
kanunu çıkarırı” diyebiliyor.
Sayın Cumhurbaşkanının fikri
öncülüğünde, Sayın Başbakan’ın ve kimi bakanların benimsediği “hukuktan önce milletin menfaat” düşüncesi
soyut ve öznelliği ağır basan hatalı bir yaklaşımdır. Milletin menfaati
kişilerin öznel takdiriyle değil, yasalar çerçevesinde bilimden, teknolojiden
ve uzmanlıklardan yararlanarak belirlenir. İdarecilere gerektiğinde hukuku yok
sayarak “milletin menfaatine” uygun gördükleri adımları atmalarını tavsiye
etmek hukuksuzluğu teşvik eder. OHAL döneminde yaygınlaşan, toplumda da giderek
doğallık kazanmakta olan bugünkü hukuksuzluğun ve keyfiliğin temelinde bu
hatalı zihniyet yatmaktadır. Mevzuatı yok sayarak “Milletin menfaati”
gerektiriyor diye yapılan kimi tasarrufların kişisel çıkar uğruna kullanılması
hukuk olmadan nasıl önlenecek? Yaygınlaşmakta olan rüşvet, görevi kötüye
kullanma, adam kayırma, zimmet, ihtilas (aşırma) ve keyfi yönetim suçları nasıl
önlenecek? Türkiye tipi otoriter tek adam yönetimine dayalı başkanlık sistemi
bu sorulara yanıt bulabilecek mi? Merak ediyorum.
·
Türkiye’de basın özgürlüğü hiçbir zaman olmadı. OHAL’de durum daha da
ağırlaşmıştır. Yazılı ve görsel medyanın büyük bölümü el koyma, kayyum atama,
TMSF’ye devir ve benzeri yöntemlerle iktidarın emrine girmiştir. Sınırlı
sayıdaki görece bağımsız organlar da dolayı yoldan devletin denetimi
altındadır. Örneğin Sayın Erdoğan’ın tanımayı reddettiği ve sürekli
ötekileştirerek, rejim dışı bir konuma indirgemek istediği HDP sözcülerinin
hiçbirini, hiçbir TV. Kanalı çağırmaya cesaret gösteremez ve onlarla söyleşi
yapamaz. Aksine bir davranışın Kanalın kapatılmasına neden olacağı izahtan
varestedir. Sayın Cumhurbaşkanı veya Başbakan beğenmedikleri yazarları
çalıştıkları gazeteden kovdurabilmekte. Yazıları beğenilmeyen gazeteciler
hakkında emirle ya da imalı açıklamalarla dava açılabilmekte, hatta tutuklama
kararı çıkartılabilmektedir. Türkiye, nüfusuna oranla, dünyada en çok yazar ve
gazetecinin cezaevinde bulunduğu bir ülkedir. Bu veri tek başına Türkiye’de
basın özgürlüğünün olmadığının somut kanıtıdır.
·
Türkiye’de demokrasi geri ve düşünce özgürlüğü
sınırlıdır. OHAL koşullarında ise demokrasi fiilen askıya alınmış, düşünce özgürlüğü
ortadan kalkmıştır. Oto sansür, fikir ve düşünce yaşamını kısırlaştırmış.
Yazarlar, bilim ve sanat adamları düşüncelerini özgürce açıklama olanağından
yoksundur. Bu nedenle Türkiye’nin demokrasinin varlığı ve düşünce özgürlüğü
savları uluslar arası toplumda ciddiye alınmamakta ve demokrasi eksikliği
sürekli eleştirilmektedir. Düşünce özgürlüğünün yokluğu nedeniyle Türkiye’nin dünya
bilim ve sanat yaşamına katkısı da en geri düzeydedir.
Seçime kadar OHAL
kaçınılmazdır
Sayın
Erdoğan’ın ve AKP’nin yakın hedefi anayasayı mecliste tek başına değiştirecek
güçlü bir çoğunluğu elde etmektir. Bu amaca ulaşmak için seçime kadar OHAL’in
sağladığı tüm olanakları sonuna kadar kullanacakları kuşkusuzdur. Seçimlerin
OHAL koşullarında yapılması da iktidarın çıkarınadır. Terör tehdidinin
abartılması çabaları da bu amaca dönüktür. Yaptığımız bu değerlendirmeden
çıkacak sonuç şudur: OHAL seçimlere kadar devam edecek.
Sayın Erdoğan bugün
OHAL’den de yararlanarak tek adam yönetimini fiili olarak sürdürmekte. Ancak
muhalefetin eleştirel açıklamalarından da rahatsızdır. Biran evvel seçimlere
gitmek ve halkoyuna gerek kalmadan anayasayı değiştirmek suretiyle tek adam
rejimini hukuksal bir zemine oturtmak istiyor. Beklenmedik bir aksilik çıkmazsa
Türkiye’nin erken bir seçime gitmesi kaçınılmazdır. OHAL’i bir yıldan daha
fazla sürdürmenin toplumda rahatsızlık yaratacağı düşünülürse erken seçim gerekebilir.
Bu nedenle 2017 Ekiminde erken bir seçime gidileceğini ileri sürmek kehanet
değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder