30 Nisan 2011

"Niye cemaatlerin kadın önderleri yok?"

Araplar ve Türkiye'nin demokrasi tecrübesi
Ayşe Böhürler   30/04/2011  Yenişafak

"Araplar Türkiye'deki demokrasi tecrübesinden nasıl istifade edecekler? " Bu soru bu hafta içinde Ürdün'de ki Al Quds Politika Bilimleri Merkezi ve Seta Vakfı düzenlenen ve pek çok Arap ülkesinden sivil temsilcinin katıldığı toplantıda o kadar çok soruldu ki... Doğrusu tek bir formülü olmayan ve her ülkenin politik kültürel kodlarına göre değişebilecek bir süreci içeren demokrasi rehberliğinde Türkiye'den beklenenler, her derde deva ilaç arayışından farksız görünüyor.
Araplar; demokrasi deneyimlerinde ki başarısızlıkları nedeni ile Ak Parti'nin önderliğindeki Türkiye'nin başarılarından örnek almak istiyorlar. Türkiye tecrübesinin Arap ülkelerinin kamuoyları tarafından en fazla kabul gören tecrübe olduğunun altını çiziyorlar.
Laiklik, özellikle de Türk laikliğinin düzeltilmesi, Arap halklarının uyum sağlayabileceği bir hale getirilmesi, laikliğin din düşmanlığı dışında bir algı ile uygulanması da arayışların ve tartışmaların arasında önemli bir yer işgal etti.
Toplantı boyunca Arap temsilcilerin Türkiye'ye ilişkin yanlış algılarına en önemli itirazlar siyasetçilerden geldi. Akademisyenler ise tam tersi bir tutum ile Arapların algısını güçlendiren bir dili tercih ettiler.
Toplantının açılış konuşmasını yapan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik Arapların beklentileri ve durumları üzerine önemli tespitlerde ve itirazlarda bulundu. Araplar tarafından sıkça telaffuz edilen "Ak Parti İslam ve demokrasinin çok ve güzel bir sentezidir " sözlerine itiraz etti, "Ak Parti İslam kültürü ile demokrasinin sentezidir" demeyi tercih ettiğini söyledi.
Arap dünyasına model olmak fikri iyi güzel de, Türkiye'nin farkını anlatmak çok zor. Benzer süreçlerin aynı etkileri doğurmayacağı ortada. Araplar Türkiye'yi model almak istiyorlarsa her şeyden önce Türkiye'de sadece siyasal sistemin değil hukukun da seküler olduğunu fark etmeleri gerekiyor. Yine gözden kaçırılan bir başka husus, birçoğunun hayal dahi edemeyecekleri çoğulculuktaki toplum yapımız.
Onları dinlerken bizim gerçeğimiz ile onların beklentileri arasındaki uyumsuzluk bariz bir şekilde göze çarpıyor. Arap dünyası Türkiye'den sadece demokrasi önderliği değil dini bir liderlik neredeyse müçtehitlik bekliyor. Bu beklentiyi Amerika ve Batı ülkeleri de demokrasi önderliği kılıfı içinde destekliyor. Hem batıdan hem de doğudan gelen bu beklentileri karşılamak üzere yapılacak her girişimin "Türkiye'ye nasıl bir katkısı olur" sorusuyla analiz edilmesi gerekiyor.
...
Geçenlerde bir dostumun açtığı bir bahis ile Arap dünyasındaki Nasır dönemini yeterince bilmediğimizi düşündüm. Arap halkları ondan çok şey bekliyorlardı. Bu beklentilerin karşılanamamasının neden olduğu düş kırıklıkları, Arap dünyasına çıkışın değil içe kapanmanın bugüne uzanan yolunu açtı ne yazık ki!
Nasır ne yapmıştı kısaca hatırlayalım:
"1954 yılında başbakan olan Nasır, en güçlü muhalefet odağı olan Müslüman Kardeşler'i sindirerek konumunu pekiştirdi. Önceleri ılımlı bir dış politika izlemeye özen gösterdi. Ama Birleşik Krallık ve ABD'nin, Asvan Barajı'nın finansmanından vazgeçmesi üzerine Süveyş Kanalı'nı millileştirdi. 1956'da Süveyş Bunalımı sırasında iyi bir yönetimle dış müdahaleyi boşa çıkardı. Arap dünyasındaki saygınlığını artıran bu olayın ardından Arap milliyetçiliğini ön planda tutan daha sert bir çizgiye yöneldi.
1958 başlarında Mısır ve Suriye'nin "Birleşik Arap Cumhuriyeti" adı altında birleşmesine öncülük etti. Arap dünyasındaki devrimci hareketleri etkin biçimde destekledi. Arap Sosyalist Birliği'ni kurdu. Geniş çaplı bir kalkınma hamlesi başlattı. Asvan Barajı'nı tamamladı, sanayileşmeyi hızlandırdı, köylüleri topraklandırdı, kadınların haklarını genişleterek eğitimi yaygınlaştırdı. Bu arada baskıcı bir devlet mekanizması yarattı. Mısır, Ortadoğu sorununun çözüm anahtarı gibi görülmeye başlandı. Arap dünyasında birliği sağlamanın aracı olarak gördüğü İsrail sorununu çözmek için 1967'de İsrail'le açık çatışmaya yöneldi. Altı Gün Savaşı'nda İsrail'in Mısır uçaklarını yerdeyken yok etmesi ile sadece o değil Arap dünyası da ağır bir yenilgiye uğradı. Savaş sonrası dönemde daha yumuşak bir politika uyguladı. İsrail ile ateşkesi öngören Rogers Planı'nı kabul etti. 1970'de bir kalp krizinden dolayı yaşamını yitirdi..."
LOCADAN
Yine geçenlerde katıldığım bir toplantı vesilesi ile aklıma gelen bir soruyu sizinle paylaşmak istedim. "Niye cemaatlerin kadın önderleri yok?" Süleymancıların, Adıyaman'a bağlı grubun, İskenderpaşa'lıların, Fethullah Gülen talebelerinin, farklı akımlardaki Said-i Nursi talebelerinin, İsmailağa Cemaati'nin, Cerrahilerin, Rıfailerin ve diğer Nakşibendî gruplarının öne çıkmış kadın hocaları ya da önderleri var mı acaba diye merak ettim. Varsa neredeler? Yoksa neden yoklar? Kadın meselelerine nasıl bakıyorlar? Onların hiç sorunları yok mu? Böyle bir durumda ne yapıyorlar... gibi pek çok soru peş peşe akla geliyor. Her meseleye ille de kadından bakılmamalı elbette. Ancak Allah'a kulluğun kadın-erkek herkesi eşitlediği bir dini anlayış perspektifinde cemaatlerin kadına bakışı önemli bir bahis olarak ele alınmalı diye düşünüyorum. Bugünlerde bu soruyu bana çokça düşündürten ise, başörtü tartışmalarında erkeklerin arkasına saklanan ve onları haklı bulan yine başörtülü kadınlar oldu.
  http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=30.04.2011&y=AyseBohurler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder