Murat Belge Taraf
Pazar gününün
tutuklamaları ile AKP iktidarı, ama tabii ondan ötürü Türkiye, yeni bir aşamaya
girmiş oldu. Bir süreden beri ve daha çok da iktidar cephesinin katkılarıyla, “darbe” kelimesi siyasetin “gözde” kelimesi haline geldi.
Herkes başka herkesin “darbeci”
olduğunu söylüyor.
Şimdi, iktidar cephesinin
iddiasına göre, gözaltına alınan otuz küsur kişi de hükümete karşı darbe
girişiminde bulundukları için derdest edilmiş durumda.
Onların suçlandığı bu darbe
bizim yıllardır alışık olduğumuz darbelere benzemiyor.
Silâhlı Kuvvetler “Atatürk yolu”ndan çıkıldığı
gerekçesiyle darbe yapardı.
Eh, bunun da bir çeşit “yolsuzluk” olarak yorumlanması
mümkündür belki. Ama ayakkabı kutusunda paralar, yazarkasalar ve Bilâl’in ev
dışına taşıması gereken meblağlar, telefon konuşmaları, farklı bir şey.
Ayrıca, Pazar’ın
tutuklamalarında ön planda olanlar, “Böyle
böyle olmuş” diye yazanlar olsa gerek. “Haber yaparak” yapılan “darbe” de bizim için yeni bir
kavram.
Çok darbe yaşamış bir
toplumuz. Bildiğimiz darbeler artık kabak tadı verdiği için insanlar hayal
güçlerini çalıştırıp yeni darbe metodolojileri buluyorlar. Darbe sanatını
zenginleştiriyorlar.
Darbenin “fail”i de değişmiş durumda.
Darbe denen şeyi subaylar yapar diye bilirdik. Türkiye’nin bu “sivilleşme ve demokratikleşme”
sürecinde demek ki darbeler üzerinde bir askerî tekel kurulmasına bir son
verildi ve sivil yurttaşların da “darbe
yapma demokratik hakkı”nı kullanması sağlandı.
Neyse, herhalde bu adımın
ardından bir iddianame falan, öyle bir şeyler çıkacaktır; o zaman bunun ne
menem bir şey olduğunu göreceğizdir.
Ya da görmeyeceğizdir.
Tayyip Erdoğan önderliğinde ve Tayyip Erdoğan zihniyetiyle yürüyen bir AKP
iktidarında, siyasetin, hukukun vb. saydamlaşmasını ya da bugünkü saydamlık
düzeyini dahi sürdürmesini bekleyemeyiz. Bu, gün geçtikçe, bir “Ben yaptım oldu; ben dedim oldu”
rejimine doğru gidiyor. Böyle bir siyaset yapma biçiminde senin dediğinin doğru
olup olmadığının bütün bir toplum tarafından izlenebilir olması işin mantığına
aykırı. Böyle bir tiyatro perdesini açarak oynayamaz. Sonra
–maazallah–görürler!
Onun için oyun perde
kapalı olarak oynanmalı. Ancak oyun bittikten sonra açılmalı perde.
Bir adam gelmeli sahneye,
“Sayın vatandaşlar, perde
arkasında şöyle şöyle oldu; merak etmeyin, sonunda iyiler kazandı”
diye tebligatta bulunur. Başka bir şeye de gerek yoktur.
Tutulan “yol”, gidilen “yön” bu. Birkaç günden beri, basında,
Hitler hatırlatmaları, göndermeleri çoğaldı. Yani, seyretmekte olduğumuz
olaylar, hepimizde benzer çağrışımlar uyandırıyor.
AKP’nin perdeyi kapalı
tutma ve hattâ yeni perdeler dikerek olup biteni gözlerden saklama çabalarının
başarılı olacağına ihtimal vermiyorum. Burada sanırım tersine bir diyalektik
çalışıyor. Örneğin şu son tutuklama girişimi (arkası da gelebilir) olayı
perdelemekten çok saydamlaştırmaya yaradı. Çünkü bütün bu telâşın, birtakım
işlerin üstünü örtmek amacıyla yapıldığının farkında olmayan yok.
AKP’nin ekonomik araçlarla
ya da ideolojik- politik araçlarla kendine bağladığı geniş kesimler var.
Ama onlar da ne olduğunu görüyor, biliyor.
Görüp bilmesine rağmen, AKP iktidarının sürmesinden yana duruyorlar. Böyle
tercih etmelerinin kendilerine göre gerekçeleri de var. Ama kimse AKP’nin bir
“iftira kurbanı” olduğunu düşünmüyor; buna inanan yok.
Bunun “Susurluk” olayını hatırlatan
tarafları da var. Benim “perde”
metaforundan gidecek olursak, orada da bir “kaza” olmuş, kapalı tutulması gereken perde bir an
açılmış, çok kısa süreli de olsa, toplum net bir görüntü ile karşı karşıya
gelmişti. Gene bildik güçler harekete geçti, perde kapatıldı, ama hiç kimse o
görüntüyü unutmadı.
Bu da unutulmayacak.
Dolayısıyla, bir diktatörlük ilânı izlenimi veren ve aslında izlenimden öte,
böyle bir özlemi içeren bu zorbaca girişimler, aynı zamanda, oldukça çaresiz
bir “debelenme”
olarak da yorumlanmalı.
*
Not:
Geçmiş yazılara şu linkten
ulaşabilirsiniz:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder