Ahmet Kardam 11/04/2014 Düzce yerel haber
30
Mart 2014 günü yapılan yerel seçimlerde AKP ve diğer partiler
seçmenlerden ne oranda oy aldılar? Bir başka deyişle, seçmenler
siyasi partilere ne oranda destek verdiler? Seçim akşamından
başlayan ve hâlâ sürmekte olan yorumlarda neredeyse hemen herkes
AKP’nin seçmen desteği konusunda tam bir görüş birliği
içinde. Buna göre, AKP Büyükşehir seçimlerinde yaklaşık % 45,
Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi seçimlerinin toplamında ise
seçmenlerden % 43 oy almıştır. İki buçuk yıl kadar önce,
2011’de yapılmış Milletvekili seçimlerinden sonra da yine
ayrımsız herkes AKP’nin seçmen desteğinin % 49,8 olduğu
konusunda hemfikirdi. Başbakan Erdoğan da 2011’den sonra,
kendisine oy vermemiş seçmenleri yok sayarak, tam bir “çoğunlukçu
sandık demokrasisi” anlayışıyla ve arkasında % 50’lik
seçmen desteği olduğu iddiasıyla tipik bir otokrat lider haline
geldi. AKP ve basındaki militan yandaşları 30 Mart seçimlerinden
sonra da, Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinde halkın
% 45 - % 46’sının oyunu aldıkları iddiasıyla “seçim
zaferlerini” kutlaldılar. Oysa AKP’nin arkasındaki seçmen
desteği ne 2011 seçimlerinde % 49,8’di, ne de 30 Mart
seçimlerinde % 45 -% 46 ya da % 43 oldu.
AKP’nin
2002’den 2014’e kadar katıldığı bütün seçimlerin birinci
partisi olduğu, 2002’de geçerli oyların % 34,3’ünü, 2007’de
% 46,5’ini, 2011’de % 49,8’ini aldığı doğrudur. Ama bu
oranlar seçimleri hangi partinin ya da adayların kazandığını
hesaplamakta kullanılan “geçerli oylara” dayalı oranlardır –
seçmen desteğini göstermezler. Eğer “seçmen desteği”nden
söz edilecekse, AKP’ye verilen destek oranları 2002’de % 26,2,
2007’de % 38,1 ve 2011’de % 42,4 olmuştur ve 2011’deki bu oran
AKP’nin 2002’den bu yana aldığı seçmen desteğinin
zirvesidir. Bu parti % 50 gibi bir desteğe hiçbir zaman sahip
olmamıştır.
2002-2014
arasında yapılan milletvekili ve yerel yönetim seçimlerinde
siyasi partilerin elde ettikleri seçim sonuçları (geçerli
oylardan aldıkları paylar) ve seçmen desteği oranları aşağıdaki
tabloda görülmektedir. Bu tabloda, “Geçerli” oyların, “Oy
kullanmayan” seçmenler ile “Geçersiz” oy kullanan seçmenleri
içermediği net olarak görülmektedir. Dolayısıyla, örneğin
2011 seçimlerinde geçerli oylar üzerinden hesaplanmış oranlara
bakarak AKP’nin seçmen desteğinin % 49,8 olduğunu söylemek oy
kullanmamış % 12,8’lik seçmen ile geçersiz oy kullanmış %
1,9’luk seçmen kitlesini, yani seçmenlerin % 14,7’sini yok
saymak demektir. Hesap dışı bırakılan bu seçmenlerin sayısı
MHP’ye oy vermiş seçmenlerden daha fazladır! Şu halde, eğer
“seçmen desteği”nden söz ediyorsak, seçmen kütüğünde
kayıtlı ama şu ya da bu nedenle sandığa gitmemiş ya da geçersiz
oy kullanmış bu seçmen kitlesinin de hesaba katılması, yani
sadece “geçerli” oyların değil tüm “kayıtlı”
seçmenlerin hesaba katılması gerektiği açıktır. Bu
yapıldığında, AKP’nin 2011 seçimlerindeki seçmen desteğinin
% 49,8 değil, sadece % 42,4 olduğu görülür.

Eğer
“Oy kullanmayanlar” ile “Geçersiz oylar” seçimden seçime
pek fazla değişmeyen, görece sabit büyüklükler olsaydı,
“geçerli oylar mı yoksa kayıtlı seçmenler mi” tartışması
pek bir anlam taşımazdı. Nitekim “geçersiz oylar” seçimden
seçime fazla bir değişiklik göstermeyen, görece küçük bir
yüzde oluşturmaktadır. Ama “oy kullanmayanlar” için aynı şey
söz konusu değildir. Bu grubun oranının % 23,7 ile % 13 arasında
değiştiği ve çoğu siyasi partinin seçmenlerinden çok daha
büyük olduğu görülüyor. O nedenle, hem partilerin arkasındaki
seçmen desteğinden hem de seçmen davranışlarından söz
edilirken “oy kullanmayanlar” mutlaka hesaba katılmalıdır.
30 Mart seçimlerine gelince…
30
Mart günü yapılan yerel seçimlerin üzerinden bir haftadan fazla
zaman geçtiği halde sonuçlar hâlâ kesinleşmiş değil. Eldeki
geçici sonuçlara göre, bu seçimlerin Başbakan Erdoğan
tarafından bir “İstiklâl Savaşı” haline getirilerek bugüne
kadar hiç yaşanmamış bir kutuplaşma yaratılmış olmasına
rağmen, katılım oranında bir artış olmadığı görülüyor.
Başbakan
Erdoğan’ın kendi yandaşları dışında kalan herkesi
ötekileştirip kriminalize ettiği bu seçimler “yerel
seçim” olmaktan çıkartılıp neredeyse “biz ve onlar”
arasındaki bir referandum haline getirildi. O nedenle seçim
sonuçlarını 2009 Yerel Seçimleriyle değil, en azından 2011
Milletvekili Seçimiyle kıyaslamak gerekir. Bunun için de,
Büyükşehir olan illerde Belediye Meclislerine, bunlar dışında
kalan illerde ise İl Genel Meclisleri için kullanılan oylara
bakmak gerekiyor. Nitekim, uğradıkları oy kaybını asgari düzeye
indirmeye çalışan AKP sözcüleri dışında kalan bütün
yorumcular genellikle öyle yapıyorlar. Böyle yapıldığında,
AKP’nin 2011 haziranında aldığı yaklaşık 21 milyon 320 bin
olan oyun 2 milyon 122 bin dolayında azalarak 19 milyon 198 bine
indiği anlaşılıyor. Alınan bu oyun geçerli oylar içindeki
ağırlığı % 43,3’tür. Tüm kayıtlı seçmenler içindeki
ağırlığı –yani seçmenleri temsil etme oranı– ise sadece %
36,4’tür. AKP’in seçmen desteği 2011’den 2014’e 6 puanlık
bir düşüş göstermiştir. AKP sözcüleri, partinin 2009 Yerel
Seçimlerinde de 2007’ye göre bir oy kaybına uğradığını,
bunun yeni ve öne çıkartılacak bir şey olmadığını söyleyerek
güç kaybını perdelemeye çalışsalar da, 30 Mart kayıpları
sıradan bir yerel seçimin değil, kendi ilân ettikleri “İstiklâl
Savaşı”nın kayıplarıdır.
Konuyla
doğrudan ilintili olmasa da, 30 Mart’tan söz ederken CHP
oylarından söz etmemek olmaz. CHP 2002’den 2011’e kadar, küçük
oranlarda da olsa, oylarını artıragelmiştir. 2002’de % 14,8
olan seçmen desteği (geçerli oyların % 19,4’ü), 2011
seçimlerinde % 22,1’e (geçerli oyların % 26,0’ına) kadar
yükselmişti. Oysa ödünç alınmış adaylara ve o adayların
arkasındaki seçmenlerden alınan desteğe rağmen 30 Mart
seçimlerinde oyları 0,4 puanlık bir gerilemeyle % 21,5’e
(geçerli oylar bazında % 25,6’ya) düşmüştür.
Türkiye’de demokratik bir rejim olsaydı…
Batı
demokrasilerinde seçimlere katılım oranları genellikle
Türkiye’den daha düşüktür. Ama buna rağmen o ülkelerde oy
oranlarının hangisinin seçmen desteğini yansıtacağı,
hangisinin yansıtmayacağı gibi bir tartışma yürütmek abes
olur. Çünkü o ülkelerde seçim sonuçları, Başkan Erdoğan gibi
otokrat parti liderleri tarafından kimin halkı daha çok temsil
ettiğine dair bir kamuoyu yoklaması haline getirilerek evrensel
hukuka aykırı icraatların dayanağı haline getirilmeye, seçmenler
iki düşman kampa dönüştürülmeye çalışılmaz. Batı’nın
temsili demokrasilerinde seçimler yasama organlarına hangi partinin
ne kadar temsilci sokacağını belirlemenin aracıdır. Bu
yapılırken elbette, seçim sandıklarında kullanılmış geçerli
oylar esas alınır. Temsilci sayıları belirlenir ve mesele bir
dahaki seçimlere kadar kapanır. Ama Türkiye’de iktidar
partisinin lideri “Ben seçmenin % 50’sini temsil ediyorum,
istediğimi yaparım; oyum biraz düşmüş olsa bile hâlâ birinci
partiyim; halkın yüzde 40 bilmem kaçı beni destekliyor; herkes
haddini bilsin” vb. gibi konuşmaya başlayınca işin rengi
değişir. O zaman birilerinin de ona ve kamuoyuna partisinin
arkasındaki gerçek seçmen desteğinin ne olduğunu, 30 Mart
seçimlerinde bu desteğin üçte birden ibaret olduğunu
hatırlatması gerekir.
Gerekir,
çünkü yukarıdan beri sergilemeye çalıştığımız
istatistiksel gerçekler kendiliklerinden “gerçek” haline
gelmezler. Kamuoyu algısı istatistiksel gerçeklerden daha
“gerçektir”. Kazanmaya odaklanmış siyasetçilerin, kazanıp
kazanmadıklarını belirleyecek olan “geçerli oylara” odaklanıp
o temel üzerinden hesaplanan oy oranlarını “seçmen desteği”
olarak görmeleri belki anlaşılabilir bir durumdur. Ama aynı şeyi
kamuoyunu oluşturmakta büyük rol oynayan medya, siyaset
yorumcuları ve analizcileri de yapıyorlarsa, “halkın yüzde
bilmem kaçını ben temsil ediyorum” türünden ötekileştirici,
kamplaştırıcı şehir efsanelerinin kamuoyu tarafından aynen öyle
algılanmasına ve “tartışmasız gerçekler” haline gelmesine
hizmet etmiş olmazlar mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder