Veysi Sarısözen Sol Defter
Eklemlenmeye yol açan hata
Gerçekte Ahmet Altan, Murat Belge gibi isimler, Taraf Gazetesinde, AKP’nin Avrupa Birliğine üye olma ve askeri vesayete son verme programına samimi olarak güvenerek çalıştılar. Nitekim onların AKP’yi destekledikleri ilk dönemde, AB yönünde kimi olumlu reformlar yapılmıştı ve AKP özellikle 27 Nisan muhtırasına karşı takındığı tutumla ve 27 Nisan muhtırasından birkaç gün sonra Ümraniye’de ele geçen “bombalarla” ilgili tutuklamalarla “askeri vesayet”i sona erdiren süreci başlatmıştı.
“Derbeyi” kim önlemişti?
Neden “askeri vesayete son verme” hedefi, bu hedef gerçekleştiğinde kendiliğinden demokratik bir sonuç veremezdi? Bugün artık bu sorunun yanıtı, Ahmet Altan ve arkadaşlarının da ağır biçimde eleştirdikleri AKP uygulamalarından kolayca anlaşılıyor. Ama o dönemlerde konu bu kadar aydınlık değildi.
NATO “komutanının” ihbarı
Ne var ki, Ergenekon tasfiye edileceğini anlayınca, milyarlarca dolarlık maddi çıkarlarını ve varlıklarını korumak amacıyla, ordu içinde AKP’ye karşı “darbe” kışkırtmasına girişti. Öyle ki, o ana kadar NATO’nun ve ABD’nin “emir komutası” altında, “Sovyet tehlikesine” karşı örgütlenen bu güç birden bire “anti-Amerikan” sloganlarla harekete geçti. Böylece, ordunun “Ergenekon”la özdeş olmayan kesimleri de, hızla bunların dümen suyunda “darbe” hazırlığına başladı.
Vesayetle savaşta Taraf
Bu tasfiyede Taraf’ın rolü şuydu: Ergenekon ve darbe hazırlıkları ile ilgili kamuoyunun hazırlanmasında yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı. Çünkü AKP yanlısı İslamcı medyanın, daha sonra Taraf’ta yayınlanan “belgeleri” yayınlaması kamuoyunda hiçbir inandırıcılık taşımayacaktı. Hatta böyle yapılsaydı, bu belgelerin yayınlanması tam tersine orduda büyük infiale neden olacak, böylece Ergenekon ve darbenin tasfiyesi için var olan zemini bile daraltacaktı. Orduya karşı operasyonları merkez medya, örneğin Hürriyet grubu ve Cumhuriyet gibi gazetelerin desteklemesi de düşünülemezdi. Çünkü onlar darbeyi desteklemekteydi. Geriye yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı; bu öyle bir yayın olmalıydı ki, laik çevreleri de, solu da etkilemeliydi. En azından onları “demokrasi” adına “nötralize” edebilmeli, onların karşısında “inandırıcı” olabilmeliydi. İşte Ahmet Altan, Murat Belge gibi ve pek çok sosyalist isim böyle bir işlev gördü. “Laik cephe” kısa zamanda Taraf’ın yayınlarıyla birlikte paralize oldu.
Taraf
Gazetesi’nin kurucuları Ahmet Altan ve Yasemin Çongar, yazarlardan Murat Belge,
Neşe Düzel geçtiğimiz gün istifa ettiler. Daha önce de 1 Mayıs 1977 katliamı
ile ilgili tartışma nedeniyle bir grup yazar gazeteden ayrılmıştı. Bu son
ayrılıkla birlikte Taraf Gazetesi, gelecekte yayınını sürdürecek olsa bile,
artık “Taraf” gazetesi olmayacak.
Türkiye
medyasında kendine özgü bir misyona sahip olan ve yakın dönem siyasal
gelişmelerinde çok önemli bir rol oynayan gazete, fiilen tarihe karıştı.
Gelişmeleri
yakından izlemeyenler için şaşırtıcı bir gelişme gibi görünen bu “final”,
aslında beklenen ve hatta gecikmiş bir final. Gazetenin kuruluş “misyonu”
çoktan tamamlanmıştı.
Plan ve misyon
Taraf’ın “misyonu” neydi?
Taraf’ın
misyonunu anlamak için, Amerikan-Türk ortak planına kısaca bakmak gerekir. O
dönemde ortaya konan bu plan özetle şöyleydi: Artık dönemini doldurmuş olan
“askeri vesayet rejimine” son vermek, Türkiye’yi Afganistan, Kuzey Afrika ve
Ortadoğu’da öngörülen gelişmelere (şimdi anlaşılıyor ki, ‘Arap Baharına’ ve
İran’a karşı savaşa)hazırlamak, bu amaçla “İhvan” muadili AKP’nin “Türk-İslam
sentezine” dayalı egemenliğini güçlendirmek ve aynı zamanda yine bu öngörüyle
bağlı olarak, “ılımlı-işbirlikçi Kürt” alternatifini bölgede desteklemek
amacıyla, Kuzey Kürdistan’daki “radikal Kürt hareketini” tasfiye etmekti.
Taraf
Gazetesinin “doğrudan” bu planın bir gereği olarak kurulduğunu söylemek için
yeterli somut veriler elimizde olmamakla birlikte, bu gazete hangi “niyetle”
kurulmuş olursa olsun, bu planın sahipleri Taraf Gazetesi’ni, ona “özgün bir
misyon” yükleyerek, bu “misyon” sona erene kadar büyük bir destek verdiler. Ve
büyük olasılıkla Ahmet Altan gibi demokrat insanlar, geçici olarak bu “misyona”
hizmet eder duruma getirildiler.
Sözünü
ettiğimiz Amerikan-Türk planında Fethullah Gülen cemaatinin büyük bir rolü
olduğu çok açık. Amerikan servisleriyle içli dışlı olan ve dünya çapında
muazzam bir “istihbarat volan kayışı” rolü oynayan bu cemaate yakın unsurlar,
Taraf gazetesine yerleştirildi. Onlar, gazeteyi adım adım bu planın “militan
medya dayanağı” haline getirmeyi başardılar.
Eklemlenmeye yol açan hata
Gerçekte Ahmet Altan, Murat Belge gibi isimler, Taraf Gazetesinde, AKP’nin Avrupa Birliğine üye olma ve askeri vesayete son verme programına samimi olarak güvenerek çalıştılar. Nitekim onların AKP’yi destekledikleri ilk dönemde, AB yönünde kimi olumlu reformlar yapılmıştı ve AKP özellikle 27 Nisan muhtırasına karşı takındığı tutumla ve 27 Nisan muhtırasından birkaç gün sonra Ümraniye’de ele geçen “bombalarla” ilgili tutuklamalarla “askeri vesayet”i sona erdiren süreci başlatmıştı.
Bugün
istifa eden aydınların asıl hatası AKP’yi “AB hedefi ve askeri veyasete son
verme amacı” nedeniyle desteklemek değildi. Eğer onlar, bu desteği, Kürt
sorununda demokratik çözüm koşuluna bağlamış olsaydılar, elbette “devrimci” bir
çizgi izlemiş olmazlardı, ama kesinlikle “demokrat ve adına layık liberal” bir
yönelim almış olurlardı.
Böyle
olmadı. Ahmet Altan’ı ve onunla dayanışma içinde olanları ABD-Türkiye,
AKP-Cemaat “planlarına” eklemleyen ve onları bugün AKP’nin izlediği
“muhafazakar otoriter” siyasette “pay” sahibi yapan hata, gazetedeki “planın”
gerçek uygulayıcılarının dayattığı çizgiye teslim olmalarıydı. Bu çizgi,
“askeri vesayete son verme hedefini, Kürt sorununda çözümsüzlük hedefinden”
kopartmaları ve adım adım gazeteyi militan bir PKK düşmanı yayın organı haline
getirmeleriydi.
İşte
bu büyük yanlış, bugün yaşanan istifaları, daha o günden kaçınılmaz kılmıştır.
Onlar,
“askeri vesayete son verme hedefinin” kendiliğinden “demokrasiye” yol açacağını
sandılar. Buna o kadar inandılar ki, “askeri vesayete son verildiğinde”
demokrasi gelecek diye, AKP’nin Kürt özgürlük hareketine karşı yürüttüğü imha
ve inkar siyasetine açıkça destek verdiler. Öyle ki, Taraf Gazetesi bir süre sonra,
“vesayete son verme” mücadelesini, “çözümsüzlüğe son verme” mücadelesiyle
birleştirmek yerine, tam tersini yaptı. “Ergenekon’a karşı mücadeleyi PKK’ye
karşı mücadeleyle” birleştirdi. Bu gazete, kirli bir propagandaya yöneldi ve
“Ergenekon ile PKK” arasında “bağ” icat eden yazılarla dolup taştı. “Alternatif
Kürt hareketi” yaratmak için en kirli isimler gazetenin sayfalarında yer aldı.
Gazete “PKK iki halkın düşmanıdır” manşetini attığı zaman, Taraf Gazetesi’nin
“askeri vaseyete” karşı mücadelesinin hiçbir demokratik içeriği kalmamış oldu.
Bu aynı zamanda Ahmet Altan ve arkadaşlarını nesnel olarak Amerikan-Türk,
AKP-Cemaat planlarının bir parçası haline getirdi.
“Derbeyi” kim önlemişti?
Neden “askeri vesayete son verme” hedefi, bu hedef gerçekleştiğinde kendiliğinden demokratik bir sonuç veremezdi? Bugün artık bu sorunun yanıtı, Ahmet Altan ve arkadaşlarının da ağır biçimde eleştirdikleri AKP uygulamalarından kolayca anlaşılıyor. Ama o dönemlerde konu bu kadar aydınlık değildi.
Kürt
sorununda çözümsüzlüğe radikal bir şekilde son verme hedefiyle
birleştirilmedikçe, askeri vesayete son verme mücadelesi, bütün anti-militarist
ve anti-bürokratik içeriğinden boşalmış oluyordu. Çünkü askeri vesayet rejimi
aslında ömrünü doldurmuş, işlevini ve misyonunu tamamlamıştı. Çünkü uluslar
arası durum değişmiş, soğuk savaş sona ermiş, Avrupa’nın bütün ülkelerinde
“gladio” tipi örgütlenmeler tasfiye edilmiş, “askeri vesayet”in vurucu gücü
“Ergenekon”a ise, PKK’ye karşı yürütülen savaş yüzünden “göz yumulmuştu”…Kürt
halkının yere serdiği Türk Gladiosunun cenaze namazını, ABD AKP’ye kıldırma
kararı almıştı.
Ne
var ki, Türk gladiosu, dolayısı ile “vesayet güçleri”, yalnız misyonlarını
doldurmakla kalmamıştı, onlara “göz yummak” da giderek imkansız hale gelmişti.
Ergenekon’a PKK ile 1990 başındaki kirli savaş yüzünden göz yumanlar, sonuçta
bu gücün Kürt özgürlük hareketi karşısında tam bir başarısızlığa uğradığını
gördüler. Göz yummanın anlamı yoktu. Yalnız başarısızlığa da uğramakla
kalmamıştı. Bu güç savaş boyunca dejenere olmuş, suça bulaşmış, uyuşturucu,
kaçakçılık, fuhuş alanında mafyayla iç içe geçmişti.
ABD,
“Ergenekoncuları”, onların kışkırttığı “darbecileri” asıl 2002 yılında
“cezalandırma” kararı verdi. ABD’nin Irak’ı işgal planı gereği 1 Mart
tezkeresiyle ilgili gelişmelerden söz ediyorum. Ordu, aslında 1 Mart
tezkeresinin meclisten geçmesini istiyordu. Çünkü ABD ile birlikte Irak’a
girecek olan ordu, orada Kürtlerin “fiilen var olan federal” kazanımlarını yok
edecekti. Buna karşılık ordu, bir Müslüman ülkeye, ABD ile birlikte girme
“sorumluluğunu” kendi üstüne almamak, bunu AKP’ye yıkarak, Hükümeti daha
işbaşına geldiği günlerde zayıf düşürmek, İslami cephede bölünme yaratmak
amacıyla, Meclisin toplanmasından bir gün önce yapılan MGK toplantısında
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’e rağmen generaller bu konuda Hükümete “yazılı”
bir destek vermeyi kabul etmemişlerdi. Ordunun bu “oyununa” karşı, AKP içinde
bir grup vekil 1 Mart tezkeresinin geçmesini önlemişti. Bütün bunlar olurken,
ABD’nin binlerce askeri İskenderun açıklarında birkaç ay beklemişti. ABD,
ordunun “cezalandırılmasına” bu nedenle karar verdi…(Şimdi bu ordu, ABD,
Almanya ve Hollanda’nın beşer yüz kişilik askerleri eşliğinde Türkiye’de
konuşlanacak olan Patriot rampalarının önünde ‘ceza nöbeti’ tutacak…)
Türk
Silahlı Kuvvetlerini, bölgede büyük “hedefler” için güçlü bir dayanak olarak
kullanmak isteyen ABD ve NATO açısından ordunun bu durumu “kabul edilemez” hale
gelmişti. Böyle bir orduyla Amerikan savaş planları birbirine ters düşüyordu.
İşte ABD ve NATO çevrelerinde “Ergenekon” tasfiyesi bu nedenle karar altına
alındı. Hükümete gerekli güvenceler verildi.
NATO “komutanının” ihbarı
Ne var ki, Ergenekon tasfiye edileceğini anlayınca, milyarlarca dolarlık maddi çıkarlarını ve varlıklarını korumak amacıyla, ordu içinde AKP’ye karşı “darbe” kışkırtmasına girişti. Öyle ki, o ana kadar NATO’nun ve ABD’nin “emir komutası” altında, “Sovyet tehlikesine” karşı örgütlenen bu güç birden bire “anti-Amerikan” sloganlarla harekete geçti. Böylece, ordunun “Ergenekon”la özdeş olmayan kesimleri de, hızla bunların dümen suyunda “darbe” hazırlığına başladı.
İşte
bu durumda, ABD düğmeye bastı. Ordu “darbe” yapamayacağını kısa zamanda anladı.
O nedenle, şimdi yargı önünde olan “darbe planları” hayata geçirilmeden çöpe
atıldı. AKP herhangi bir darbe girişimini önlememişti. Ortada “plan” dışında
hiçbir “girişim” ya da “teşebbüs”, hatta “teşebbüse hazırlık” bile yoktu.
Yapılan planlar yıllar öncesinde “kadük” olmuştu. Büyükanıt, ordunun ağzına
“bal” çalan 27 Nisan muhtırasını verdikten hemen sonra, “iyi” bir NATO
“komutanı” olarak, Dolmabahçe’de “darbe” olmayacağını Başbakan’a temin etmiş ve
bunun kanıtı olarak da, muhtemelen Hükümet’in Ergenekon’a karşı harekete
geçmesini sağlayan bilgileri Başbakan’la paylaşmıştı. Ve bu görüşmeden on gün kadar
sonra Ümraniye’deki bombaların ele geçmesiyle birlikte, darbecilerin ve
Ergenekoncuların tasfiye süreci de başlamıştı.
Eğer
bu tasfiye süreci, o yıllarda Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme
mücadelesiyle birleştirilseydi, bu gerçek bir demokrasiye yol açacaktı. Ama
“planda”, askeri vesayete son vermek varken, Kürt sorununda çözümsüzlüğe son
vermek yoktu.
Vesayetle savaşta Taraf
Bu tasfiyede Taraf’ın rolü şuydu: Ergenekon ve darbe hazırlıkları ile ilgili kamuoyunun hazırlanmasında yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı. Çünkü AKP yanlısı İslamcı medyanın, daha sonra Taraf’ta yayınlanan “belgeleri” yayınlaması kamuoyunda hiçbir inandırıcılık taşımayacaktı. Hatta böyle yapılsaydı, bu belgelerin yayınlanması tam tersine orduda büyük infiale neden olacak, böylece Ergenekon ve darbenin tasfiyesi için var olan zemini bile daraltacaktı. Orduya karşı operasyonları merkez medya, örneğin Hürriyet grubu ve Cumhuriyet gibi gazetelerin desteklemesi de düşünülemezdi. Çünkü onlar darbeyi desteklemekteydi. Geriye yeni bir yayın organına ihtiyaç vardı; bu öyle bir yayın olmalıydı ki, laik çevreleri de, solu da etkilemeliydi. En azından onları “demokrasi” adına “nötralize” edebilmeli, onların karşısında “inandırıcı” olabilmeliydi. İşte Ahmet Altan, Murat Belge gibi ve pek çok sosyalist isim böyle bir işlev gördü. “Laik cephe” kısa zamanda Taraf’ın yayınlarıyla birlikte paralize oldu.
Bunun
bir başka sonucu da, demokrat, sol ve sol liberal geniş çevrelerin hızla Kürt
özgürlük hareketiyle dayanışma yerine, ona karşı tutum almasıydı. Aralarında
Avrupa Birliği çevreleriyle yakın ilişki içinde olan aydınların Taraf çizgisine
gelmesi, AB ülkelerindeki sol ve yeşil çevrelerinin zorluk çekmeden PKK’ye
karşı, AKP’den yana tutum almasına da yardım etmişti. Böylece en başta
yazdığımız “plan”ın bütün hedefleri Taraf Gazetesi tarafından başarıyla
savunuldu ve bu hedeflere katkıda bulundu.
Gazete,
“Ergenekon”cular ve “darbeciler” tutuklandıktan ve BDP’ye karşı üç yıl önce
başlayan kitlesel “KCK” tutuklamalarından sonra AKP ve Cemaat açısından
“misyonunu” tamamladı. Hüseyin Gülerce’nin “Artık AKP’nin liberallere ihtiyacı
kalmadı” fetvasından sonra Taraf gazetesinin de “sonu” görünmüştü.
Büyük hayal
kırıklığı ve sonuç
Ahmet Altan ve arkadaşları, AKP’nin gerçek yüzünü gördükten sonra, gazetede büyük bir öfkeyle AKP karşıtı kampanya başlatıp ve Kürt sorununda giderek eski çizgilerinin yerine daha “makul” bir yönelim almaya kalkınca, bu isimlere karşı hem AKP yanlısı medyada, hem de bizzat gazetenin içinde yıkıcı bir karşı kampanya örgütlendi. Bu kampanyanın Orhan Miroğlu ile başlaması, gazetede “alternatif Kürt” yaratma hayallerinin yıkımı oldu. Sonuçta Cemaat’e yakın Yıldıray Oğur ve benzerleri Ahmet Altan ve arkadaşlarını tasfiye ederek gazeteye el koyma tertiplerinde başarılı oldular. Şimdiki istifalar yaşandı.
Ahmet Altan ve arkadaşları, AKP’nin gerçek yüzünü gördükten sonra, gazetede büyük bir öfkeyle AKP karşıtı kampanya başlatıp ve Kürt sorununda giderek eski çizgilerinin yerine daha “makul” bir yönelim almaya kalkınca, bu isimlere karşı hem AKP yanlısı medyada, hem de bizzat gazetenin içinde yıkıcı bir karşı kampanya örgütlendi. Bu kampanyanın Orhan Miroğlu ile başlaması, gazetede “alternatif Kürt” yaratma hayallerinin yıkımı oldu. Sonuçta Cemaat’e yakın Yıldıray Oğur ve benzerleri Ahmet Altan ve arkadaşlarını tasfiye ederek gazeteye el koyma tertiplerinde başarılı oldular. Şimdiki istifalar yaşandı.
Taraf Gazetesinin
kısa tarihi, Türk demokrat aydınının hayal kırıklığı tarihi oldu.
Bu kısa tarihten
çıkan biricik ders şudur: Türkiye’nin somut tarihsel koşullarında, Kürt
sorununda doğru tutum almadıkça, hiçbir demokratik hedefe ulaşılamaz.
Zaten Ahmet Altan ve
arkadaşları bu tarihsel dersin farkına vardıkları için Taraf macerasına son
vermiş olmalıdırlar. Hiç değilse ben böyle sanıyorum…Zaman zaman kırıcı olma
pahasına bu sonucun kaçınılmazlığı hakkında uyardığım bütün bu değerli
insanların, Türkiye’nin demokrasi mücadelesine bundan sonra, asıl katkıyı
yapacaklarını düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder