Latife Hanım ile Mustafa Kemal Paşa’ya Ahenk gazetesinin nikah tebriği.
Talat
Ulusoy 09/11/2012 Küyerel
Bilim kitapları da, din kitapları da
canlıların “ölümlü” olduğunu yazar. İstisnası yoktur. Aksini iddia hurafedir.
Bir “fani” olan Mustafa Kemal de öldü.
Selanik dolaylarında doğan Atatürk, on iki
yıl askeri okullarda okudu, yılları askerlikte tüketti ve kırk iki yaşında
kendinden on dokuz yaş küçük bir kız ile evlendi. Bildiğiniz gibi evlenmek de
“ölümlü” insana hastır. 30 Ocak 1923 tarihli Ahenk gazetesi bu evliliği ikinci
sayfadan tebrik eder. Sadeleştirilmiş hali şöyle:
“Muhterem kurtarıcımız Gazi Mustafa Kemal
Paşa hazretlerinin Uşakizade Muammer Beyefendi’nin kızları hanımefendi ile
sünnet olan sözleşmeleri yapılmıştır. Bu mutlu sözleşme, İzmir ve İzmirlilerle
mutlu bir destek verme ve ayrı bir öğünme nedeni oldu. Kurtuluş tarihinin
değerli kurtarıcısına ve bu değer kaynağının mesut eşi hanımefendi hazretlerine
tebriklerimizi sunarız.”
Annesi Zübeyde hanımın ölümünden on beş
gün sonra acısı küllenmeden yapılan bu evlilik maalesef yürümedi, otuz ay sonra
son buldu. Evlenmek gibi boşanmak da ölümlülere mahsustur, çünkü aşklar da
ölümlüdür maalesef.
Şimdi dönelim bugüne. CHP ile AKP’nin,
“Cumhuriyet’in mülkiyeti” üstüne kıyasıya kavgasının ateşi sönmeden, korkarım
ki, “Atatürk’ün mülkiyeti” üstüne yeni bir meydan savaşı kapıda.
“Vatan kurtarmış” ve “Cumhuriyet
kurmuş” kökten sürme CHP ile, “Cumhuriyet dayağı” ile terbiye olmuş daldan eğme
AK Parti, nasıl olur da aynı anda aynı aşka düşer ve kavgaya tutuşur?
Milli eğitim yoluyla “cumhuriyetçi
-otoriter- milliyetçi tek tip insan yetiştirme hedeflendi ve malum başarı
sağlandı. Cumhuriyet eğitiminin eseri olan CHP ve AKP yöneticilerinin
aşklarının ortaklığı buradan, eğitimden geliyor. Dindarlık ölçülerine bakıp da
farklılık yaratmayın, önemli olan bu benzerlik.
İmam-hatip veya “düz” lise, "ha Ayvaz
kasap, ha kasap Ayvaz, ikisi de bir hesap", ikisinde de imalatın çoğu aynı
tip insan. Çünkü her iki insan tipi de aynı tarih kitabından besleniyor.
Cumhuriyet okullarının her hangi birinden mezun olanlar “İnkılâp Tarihi”ni,
“Cumhuriyet”i ve kurucusu “Ulu Önder Atatürk”ü sorgulamaksızın “ezberlemek”
zorundalar. Bazı mezunlar ise İslam’ın beş şartına altıncısını katmak gibi bir
günahı kebire düşmemek için çuvala sığmayan Cumhuriyet günahlarını İnönü’ye
yükleyerek kefaretten kurtulmak ister ya, neyse…
Bir milletin bütün okumuşları nasıl olur
da “belletilen”le yetinir, nasıl olur da sorgulamaz, anlamak zor. Ya da kolay:
"Milli birlik ve beraberliğimiz" için, yalan da olsa bir şeylere
ihtiyaç var!
Küçük, masum yalanlar, kanımca en sinsi
yalan. Çünkü ardı sıra gelecek yalanlara meşruiyet kaynağı oluyorlar.
Resmi tarih kitaplarında yazılı doğrular
üstünden, geliniz iki küçük sorgulama yapalım. Sanırım meramımı daha iyi
anlatırım :
Atatürk Selanik’te doğdu. Bu
“doğru”yu hiç araştırdınız mı? Zübeyde hanım Selanik’te, o evde mi
doğurmuş Mustafa’yı? Selanik’in kuzeyinde Langaza’da (Λαγκαδας), köyde doğmuş olabilir mi?
Zübeyde Hanım, İzmir Karşıyaka
Osmanpaşa camii avlusunda koca bir kayanın altında yatıyor. Hiç
araştırdınız mı, öldüğünde Zübeyde Hanım’ın nereye gömüldüğünü? Rahmetli,
Karşıyaka’nın tek Müslüman kabristanı olan Soğukkuyu Kabristanı’na gömülmüş ve
üzerine de diğer İslam kabirlerindeki gibi “Lillah-il-Fatiha” ile biten eski yazılı geleneksel
bir mezar taşı konulmuş olabilir mi?
İki küçük sorgulama, belletilen ile doğru
arasındaki mesafeyi ölçmeye yaradı mı? Gerek Karşıyaka’daki kaya mezar, gerek
Selanik’teki ev, “küçük” milli yalanlar üstünde yükselmiş iki “büyük” sembol.
Semboller, çoğu zamanhakikati örtmek için kullanılan perdeler değil mi? O kaya ve o ev üstüne
ne hikmetler üretiliyor, ne kerametler anlatılıyor, bir hatırlayın.
Olur böyle şeyler, ne varmış bunda
diyebilirsiniz. Cumhuriyet ve Atatürk için böyle “küçük” yalanları hoş görmek
gerek diyebilirsiniz. Küçük ve masum diye takdim edilenden korkun, derim.
Cumhuriyet ve Atatürk üstüne kavga aslında
bir “semboller”e sahiplenme kavgası. Bu kavga ile, Türkiye’de sermaye sınıfı
kendini yeniden biçimlendirirken, eski ile yeni arasında mülkiyet ilişkileri
yeniden belirleniyor. Mülkiyet kavgası sadece maddi zeminde değil, “küçük milli
yalan” deryası tarih mirası üstünde de veriliyor. Oysa bu paylaşım
savaşı, hakikat perdesi önünde oynanan bir hayal oyunudur. Oysa hakikat o
perdenin arkasında. Yani perdeye aldanmamak, sembolleri aşmak ve yüzleşmek
gerek.
Atatürk öldü, ama sayısız sembolde
yaşıyor. Son on yılda rüştünü kabul ettiren yeni sermaye ve AK Parti,
Atatürk ve Cumhuriyet sembollerine sahip çıkmak arzusunda görünüyor. Mesele,
“sembol” paylaşım kavgasıyla sınırlı kalırsa, bir “beyaz sayfa” açar ve
uzlaşırlar. Ama bu uzlaşma, demokrasi ve barışı
getirmez. Toplumca sembolleri aşıp, yüzleşme çabasına girilmediği sürece
yeni model vesayetler sırtımıza biner, iner; iner, biner!
Ermenilere reva görülen zulüm ile, Rum
tehcir ve mübadelesi ile, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına ve cumhuriyet tarihi
boyunca komünistlere reva görülen zulüm ile, Kürtlere hala çektirilen zulüm
ile, İslam millet kadınlarına hala edilen eziyet ile ve daha nice eziyet ile
yüzleşilmeden bir beyaz sayfa açılmaya kalkışılırsa, o beyaz sayfanın millete
hiç hayrı olmaz.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder