25 Haziran 2012

'Biz de Sizin Kadar Özgürüz...'

Aslında bu Tırmık utangaç bir özür dileme yazısıdır ve bundan ibaretttir...
Aydın Engin  T24
Tutuklu gazetecilerle yetinmeyip sudan bahanelerle (“Ayıp bahanelerle” mi deseydim acaba) tutuklanan gencecik üniversite öğrencilerin de yükünü sırtlanan, seslerini yankılatan Necati Abay arkadaşım, Kandıra ve Tekirdağ F Tipi hapishanelerinden gelen iki mektubu bilgisayarın ekranından burnuma dayamayasaydı ne bu yazı yazılacaktı, ne ben yediğim haltın farkında olacaktım.
Önce 21 yaşında, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi, Genç-Sen üyesi ve Tekirdağ F Tipi’nde  1000 (Yazıyla: Bin) gündür tutuklu Baran Nayır’ın yalın, mızmızlığın zerresi yer almayan, başının gölgesini önüne düşürmediği besbelli mektubunu, ardından Kandıra F tipinde 1000 (Yazıyla: Bin) gündür tutuklu Ali Deniz Kılıç’ın yargı erki ile inceden dalgasını da geçmeyi ihmal etmeyen mektuplarını okudum.
(MEKTUPLAR YAZININ SONUNDA)
Sonra geçmiş Tırmıkları “İnşallah ihmal etmemişimdir. İnşallah iyi kötü bir tırmık yazmışımdır” dileği eşliğinde taradım.
Yuf olsun bana! Sudan bile değil, ayıp bahanelerle tutuklanan, demir parmaklıkların ardına yollanan ve orada adeta unutulan gencecik kadın ve erkeklere uygulanan vahşi saldırı üstüne doğru dürüst bir yazı yazmamışım. Onun yerine somurtkan siyasal yorumlar, sözüm ona siyasal analizler, arada bir de Marmara Adasında keyif çatan bir yaşlı gazetecinin  yaveleri...
Yatmadığı askeri hapishane, misafir edilmediği sivil hapishane kalmamış Aydın Engin efendi, epeydir içeri düşmediği için mi ne, demokratik ve yasal protesto  haklarını kullananlara özellikle de üniversite öğrencilerine hunharca çullanan polisi de, polis gücünü hiç duraksamadan öğrencilerin üstüne salan Hükümeti de, yargıçlık mesleğini “yasaları doğru yorumlayıp adaleti bulmak” temelinde değil, önüne konan yasa maddesine körü körüne itaat olarak kavrayan zihniyeti de adeta görmezden gelmiş...
Bir daha: Yuf olsun bana!..
*    *    *
Bir yanda tek başlarına hükümet kurabildiklerine bakıp demokrasiyi çoğunluğun azınlık üstündeki tahakkümü olarak kavrayan, yani demokrasinin ne olduğunu bile kavrayamamış, içselleştirememiş  AKP var. “Van minütlük” İngilizcesi ile dünya liderleri arasında dolanıp kendini dünyaya nizamat verecek siyasilerden biri sanan Başbakanın eleştiriyi bir yana bırakın farklı düşünenlere bile tahammül edemeyen kibriyle donanmış bir AKP...
Bir yanda Polis Akademisi sınavlarında 100 puan üzerinden 15-16 puan alabilecek kadar bilgi ve kültür yoksunu adayların tepeden gelen emirlerle sınıf geçirtilip polis yapılmasına bakıp bellerindeki tabancanın, sırtlarındaki üniformanın kendilerine “Yasalar üstü bir zorba güç” verdiğini sanan ve İçişlerinin tepesindeki İdris Naim Şahin’e lâyık polis ekipleri var.
Bir yanda kendini toplumda adaleti sağlamakla görevli değil, devletin memuru olarak gören;  askeri vesayet döneminde de, bugün de kararlarında “Millet adına” deyip “devlet adına” hüküm kesen; eski HSYK düzeninde itiraz etmemiş, yeni HSYK düzeninde kendilerine özgür seçim hakkı verildiğinde bugünkü HSYK’yı seçerek demokrasi ve yurttaş bilinçlerinin düzeyini kanıtlamış yargıç ve savcılar var.
O yüzden tutuklayıp içerde unuttukları öğrencilere bakılıyor ve  ülkenin hapishaneleri  “kampüs” diye anılıyor. O yüzden üniversite kampüsleri “Sorma, sorgulama, itiraz etme, siyasetle gilgilenme, ülke sorunları üstüne kafa yorma, daha iyi bir Türkiye için kılını bile kıpırdatma, derslerine çalış, sınıfını geç, mezun ol ve bir baltaya sap ol” sisteminin toplama kamplarına dönüştürülmek isteniyor. İtirazı olan, pankart açan, basın açıklaması okuyan, yürüyüş düzenleyenleri de üniversite kampüsünden alıp F tipi kampüse yollayan bir çürümüş sistem bu.
Sistemin gözleri körelmiş, basiretleri dumura uğramış elebaşılarının bilmedikleri bir nokta var ama: Gençler tekin değildir. O genç kadın ve erkekler itiraz çığlıklarını gitgide daha yaygın ve güçlü yükseltiyorlarsa orada demokrasi çiçekleri daha gürbüz ve daha güçlü boy atar...
Ve özgürlük için, demokrasi için bedel ödemek gerekiyorsa o genç kadın  ve erkekler bu bedeli ödemekte gözlerini bile kırpmazlar. İki mektuptan birinin yazarı Baran Nayır’ın son cümlesi o yüzden pek anlamlı:
Aranızdayım… Aranızdayız… Çünkü sizin kadar biz de özgürüz…
İKİ MEKTUP
Merhabalar,
Adım Baran Nayır, 21 yaşında Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencisi bir gencim ve Genç-Sen üyesiyim. Yaklaşık 3 senedir cezaevindeyim.
2009 yılında düzenlenen bir basın açıklaması nedeniyle 2 Genç-Sen’li olarak (Ali Deniz Kılıç ve ben) gözaltına alındık. Gözaltı sonrasında çıkartıldığımız mahkeme tarafından TCK’nın 220/6 maddesi gerekçe gösterilerek tutuklandık. Yasanın içeriği malum; “örgüt adına suç işleyenler, örgüt üyesi olmasalar da örgüt üyesi olarak yargılanırlar”! O halde biz de barış isteğimizi ifade ettiğimiz bir basın açıklamasına katıldığımız için “terör örgütü üyesi gibi çalışanlardan” olmuş olduk.
O günden bugüne çıkarıldığımız mahkemelerde ise belki de küçük yaşlardayken ana haberlerde kulağıma çalınan cinsten olayların yer yer aktörü olduk, yer yerse şahidi. Geçtiğimiz sene Mart ayında savcılık makamı tahliyemizi istedi heyet kabul etmedi; dosyalarımıza doldurulan “delillerin” incelemeleri ancak 2 senede tamamlandı, bizimle bir bağlantısının olmadığı ortaya çıktı ve kamera kayıtlarıyla da doğrulandı ancak dikkate alınmadı; bizi gözaltına alan, hakkımızda tutanak tutan polisler 2 sene mahkemeye gelmediler.
Geçtiğimiz mahkeme bahsi geçen polisler sonunda mahkemeye gelebilmişlerdi. Hakkımızda öyle çelişkili ifadeler vermişlerdi ki, o mahkemede söyledikleri “tutukluluk halimizin devam” nedeni olarak kabul gördü. Ancak verdikleri ifadelere inanabilmek mümkün değildi. Bir mahkememiz daha böyle geçti.
Ben ve Ali Deniz tutuklu bulunan üniversite öğrencilerinden yalnızca ikisiyiz. İki silahlı görevli eşliğinde sınava giren, tanımadığı sınıf arkadaşlarını özlemek zorunda bırakılan öğrencilerden yalnızca ikisiyiz. AKP iktidarı besbelli ki öğrenci olma halini “suçlu” kavramı ile eşitlemeye hevesli. Ama beceremeyecektir. Cezaevlerine nazire yaparcasına kampus adı verilmesi aslında durumun izahı niteliğindedir. Cezaevleri üniversiteye, üniversiteler de cezaevine dönüşmüş durumda! Bütün bunları yaparak yaratmak istedikleri korku imparatorluğu her geçen gün biraz daha zayıflamaktadır. Özgürlük, barış ve kardeşlik bilincimizse her gün bileylenmektedir. Çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.
Yol uzun, yol çamurlu, yol yokuş… Yol karanlık… Yol karanlık insan siluetlerinin işgali altında… Gardiyanların adeta birbirleriyle yarıştırırcasına öttürdükleri düdük sesleri kulağımıza çalınarak geçiyoruz bu koridorlardan… Aranızdayım… Aranızdayız… Çünkü sizin kadar biz de özgürüz…
28 Haziran’da görüşmek dileğiyle…

Baran Nayır
Tekirdağ 2 No.lu F Tipi Cezaevi

*    *    *

Merhabalar…
Ben Ali Deniz Kılıç… 2009 yılında katıldığım bir basın açıklaması nedeni ile tutuklandım. Tutuklanma nedenimi anlamak için yalnızca kendi durumumdan yola çıkmak eksik olur. Beni ve tutuklu yüzlerce gazeteciyi, öğrenciyi, akademisyeni, aydını anlamak için yola AKP’den çıkmak gerekmektedir.
AKP’nin Ustalık Dönemi icraatlarının temelinde totaliter ve otokratik bir rejim kurma çabası bulunmaktadır. AKP bugün İktidara geldiği ilk günden farklı bir pozisyonda durmaktadır. O gün eskinin statükosu karşısında mazlum rolünü oynayan AKP, bugün gerçek mazlumların sofralarına oturan aç kurt misali, toplumun tüm kesimlerini hedef tahtasında görmektedir. ABD’nin “model ülke” olarak AKP aracılığıyla yeniden şekillendirdiği Türkiye’de “ileri demokrasi” diye kavramsallaştırılan tragedya halkların karşısına baskı ve zulüm olarak çıkageldi.
AKP yeni bir savaş konseptini yürürlüğe soktu. Bu savaş sadece Suriye savaşı değil. Suriye AKP’nin emperyalizmin bölgede taşeronluğunu yaparken, kendini rolüne çok kaptırıp, kraldan daha fazla kralcı olma halidir. AKP bu savaşı toplumun tüm kesimlerine açmıştır. İşçilere, Kürtlere, kadınlara, aydınlara, gazetecilere, öğrencilere…
AKP, grev hakkını işçilerin elinden alıyor, onları işten atıyor… AKP, Roboski’de yaptığı katliamın üstüne örtmeye çalışıyor… AKP, kadınlar adına konuşuyor, kürtaj hakkını kadınların elinden almaya çalışıyor. AKP, öğrencileri, siyasetçileri, aydınları, gazetecileri neredeyse “fazla düşünmek, fazla sorgulamak” gibi nedenlerle tutukluyor vaziyette. Hazırladığı yeni yargı paketi ile organize oyunlarla susturmaya çalıştığı toplumu, derin bir sessizliğe gömmek istiyor!
Cezaevlerine yansıyan atmosferi de işte bu gelişmeler oluşturmaktadır. Anlayacağınız buralar hiç boş kalmıyor! Özellikle aramıza her gün yeni bir öğrenci daha ekleniyor. Dedim ya, “fazla düşünmek, fazla sorgulamak” nedeniyle tutuklananlar geliyor buraya.
Ben de bu nedenlerden biriyle cezaevine geldim. Suçum “terör örgüt üyesi olmak ve adına propaganda yapmak”. Tabi bu benim üzerime atılan çamur. Çamur diyorum çünkü üzerimizde herhangi bir suç delili olmamasına rağmen, hatta tutuklanmak üzere bizi mahkemeye sevk eden savcının bile serbest bırakılmamızı talep etmesine rağmen üzerimize atılmaya çalışılan çamur. Savcının da bu kararı alması geç oldu; 2 yılımızı alan bir süreç geride kaldı. Yine de “güçlü suç delillerine” dayanarak tutukluluk hallerimizin devamına karar verildi.  4 Nisan’da düzenlenen mahkemede de yine umutlarımız boşa düştü. Mahkeme günü salonda bizi gözaltına alan ve 2 yıldır mahkemeye gelmeyen polisler de oradaydı. Verdikleri bütün çelişkili ifadelere rağmen mahkemeden 6. defa aynı kararı duyduk “tutukluluk hallerinin devamına” ve bir dahaki mahkemenin 28 Haziran’da yeniden görülmesine…
28 Haziran’da bizleri sindirmeye, yok etmeye ve güneşli günleri karartmaya çalışanlara rağmen dimdik bir şekilde yerimde olacağım. O güne kadar kendinize iyi bakın görüşmek dileğiyle çokça selamlar…
Ali Deniz Kılıç
Kandıra 2 No.lu F Tipi Cezaevi

Hiç yorum yok: