25 Ocak 2012

Boş gurur ve inatla bu hale getirdiler

DİDEM GÜLÇİN ERDEM-İLKNUR DELİCE  24/01/2012   BİRGÜN
1915 olaylarını ele aldığı kitaplarıyla Türkiye’nin en önde gelen tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Prof. Dr. Taner Timur ile Fransa meclisinde kabul edilen ‘1915 Ermeni olayları’nın reddini suç sayan teklifin dün senato gündemine de gelmesi üzerine geçmişten bugüne ‘Ermeni olayları’na karşı alınan tutumları konuştuk.

- ‘Ermeni soykırımının inkârını’ suç sayan yasa tasarısı önce Fransa meclisine ardından da Senato’da oylandı. Yasaya karşı eleştiriler var. Siz bu yasayı ve yasa karşısında alınan  tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yasa tasarısı saçma, ancak Türk siyasetçilerin ve milliyetçi militanların yanıtı maalesef her zamanki gibi fevri, duygusal ve ölçüsüz oldu. Dünya kamuoyu duyarlıklarından habersiz olan, ya da bunları iç politika hesaplarıyla hiçe sayan Türk yönetici sınıfı, “haklı olduğumuz konularda” bile bizi haksız duruma düşürme gibi bir yeteneğe sahip. Bugün milyonlarca kişinin ilgiyle izlediği bir konuda beş yüz yıl önce Kanuni’nin I. François’ya yolladığı mektubu okumak, ya da 1950’lerde Birleşmiş Milletler’de devamlı sessiz kaldığımız Cezayir Savaşı ve “soykırımı”nı bugün koz olarak kullanmaya kalkmak kimin için inandırıcı olabilir? Zaten Cezayir yöneticileri bile buz gibi bir yanıtla bunu bizimkilere hatırlattılar. Cezayirliler özgürlükleri için savaşırken Türkiye’de bugün AKP’lilerin her fırsatta andıkları DP ve A. Menderes iktidardaydı. Bir milli emniyet ajanının Selanik’te, Atatürk’ün evine koyduğu bombayla başlayan 6-7 Eylül fecaati de aynı yıllarda yaşandı.

Yasa tasarısı Fransız kamuoyunda da hak ettiği tepkileri almakta gecikmedi. Ülkenin en önemli gazetelerinde ünlü hukukçu ve tarihçiler, tartışma özgürlüğünü yok eden bu tasarıyı kıyasıya eleştirdiler. Fransa’da idam cezasının kaldırılmasında başrolü oynayan eski adalet bakanı R. Badinter’in Le Monde’da yayınlanan yazısı -Fransız değerler sistemi içinde-  öneriye verilebilecek en güzel yanıtı teşkil ediyordu. Ayrıca Fransız gazetelerine kendi okuyucularından yollanan sayısız protesto mektubu da Fransa’nın bu konuda başkalarına ders verme durumunda olmadığını açıkça ortaya koyuyordu.

-‘Ermeni soykırımını inkâr’ yasası ile ‘Soykırım olmadı’ diyene 1 yıl hapis ve 45 bin avro para cezası getirilmek isteniyor. Fransa daha önce bir komisyon kurdu ve ‘tarihle yüzleşme parlamentolara bırakılamaz’ kararı aldı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?Bugün Fransızlar da biliyor ve kabul ediyor ki bu tasarı, yaklaşan seçimlerde, iktidar partisine mensup bazı milletvekilleri tarafından oy hesaplarıyla Meclis’e getirildi. Bundan önce aynı konuda Meclis’ten geçen yasa tasarıları da büyük ölçüde “oy avcılığı” peşindeydiler. Mevcut tasarıyı hazırlayan, iktidar partisine mensup Valérie Boyer’in kendisi de bol miktarda Ermeni seçmenin bulunduğu Bouches du Rhône ilinden seçilmiş bir milletvekilidir. Fakat ne oldu? Fransa’da bu kez bir “ilk” gerçekleşti; kamuoyu sessizliğini bozdu ve tasarıya karşı cephe aldı. Oysa bir kısım Türkler ne yaptı? Valérie Boyer’e hakaretler, tehditler (öldürme, ırza geçme vb) yağdırdı; kadının web sitesi “hack”lendi ve kendisi de Fransız emniyetinden koruma istedi. Bütün bunların tasarıya karşı cephe almış Fransız kamuoyunu ne yönde etkileyeceğini kestirmek zor değildir? Oysa Türkiye soğukkanlılığını korusaydı ve sadece bu konuda Fransız hukukçuların ve tarihçilerin söylediklerini Fransız sorumlulara iletmekle yetinseydi, kuşkusuz durum bundan daha iyi olurdu.

-‘Ermeni soykırımını inkâr’ yasası aynı zamanda araştırmacı ve tarihçileri de kapsamakta. Bir tarihçi işini yaptığı için de hapis yatabilir. Bu durumu düşündüğünüzde ifade özgürlüğü artık Fransa’da kısıtlı denilebilir. Fransız tarihçilerinin içine düştüğü durumu nasıl yorumluyorsunuz? Bu durum onlara ‘suskunluk’ getirir mi?

Kanımca bu kanun “uygulanabilir” nitelikte değildir; görüşler bir gösteri ya da meydan okuma şeklini almadan ifade edilirse kimseyi de susturamaz: fakat elbette ki en iyisi böyle bir tasarının Senato’dan geçmemesi, “caduc” olmasıdır.

‘SARKOZY ve YANDAŞLARI ERMENİ LİDERLERİNİ KÜSTÜRMÜŞ DURUMDA’

-Fransız Millet Meclisi 12 Ekim 2006 tarihinde, ‘Ermeni soykırım’ı iddialarını inkâr edenlerin beş yıla kadar hapis ve 45 bin Euro’ya kadar da para cezasına çarptırılmasını öngören bir kanun tasarısını kabul etti. Tasarı 2006 tarihinden bugüne kadar gündemdeydi ve şimdi etkinleştirildi. Siz bugünün gözüyle bu beklemeyi nasıl açıklıyorsunuz?
Buna yanıt vermek hayli zor; fakat iki olasılık aklıma geliyor. Birincisi Fransa’da bu yıl sonlarında yapılacak seçimler çok zorlu geçeceğe benziyor. Sarkozy ve yandaşları, Deveciyan vb. gibi bir kısım Ermeni liderlerini küstürmüş durumda. Öyle ki bazı milletvekilleri tek oy bile kaybetmemek için her şeye kararlı görünüyorlar. Bunun dışında AKP yöneticileri AB sorunu dolayısıyla Sarkozy ve Fransa hakkında çok ağır şeyler söylediler. Hatta bu da aşılarak başbakanın ağzında “Fransızlaşma” deyimi bir aşağılama sıfatı olarak kullanılmaya başlandı. Bütün bunları Fransız basını –herhalde biraz da Fransa’daki anti-Türk duyguları tahrik etmemek için- hep görmezden geldi. Sanıyorum ki bütün bu “politicaly correct” sayılamayacak beyanatlar alttan alta etkili oldular. Ayrıca şunu da hatırlamamız gerekiyor ki Sarkozy Türklerden ve Türkiye’den söz ederken, her defasında, -içten olmasa da- “büyük devlet”, “büyük uygarlık”, “dost ve müttefik ülke” vb. gibi sıfatlar kullanmaya özen gösterdi. Burjuva dünyasında “diplomatik dil” ile “dangul dungul konuşma” arasındaki fark bazen önemli krizlere yol açar.

-Hrant Dink, ‘Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’nin soykırımı tanımasından daha önemlidir’ demişti, 2007’de. 2007’den bugüne geldiğimizde sizce Dink’in düşünceleri Ermeni ve Türk toplumlarında nasıl bir değişiklik yaratmıştır?

Bugün milletvekili, gazeteci, bilim adamı, siyasetçi, bürokrat, asker vb. binlerce kişi demir parmaklıkların arkasında adeta rehin tutulurken ve bunlar için fazla bir gürültü kopmazken Hrant’ı öldüren şebeke ortaya çıkmadı diye on binlerin yürümesi bu davaya verilen önemin göstergesidir. Bunda kuşkusuz Hrant’ın kişiliğinin de payı büyüktür. Ne var ki bu davayı da, bir “Ergenekon histerisi” içinde, başka bazı davalar gibi kişisel kin ve nefret kampanyalarının aracı hâline getirmek isteyenlere de şiddetle karşı çıkmak lazımdır. Bu Hrant’ın davasına ve anısına da saygısızlık olur. Unutmayalım ki, Hrant’ın kendisi, sizin de hatırlattığınız gibi,  “Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’nin soykırımı tanımasından daha önemlidir” diyen biriydi.

‘TASARI ZATEN OPPORTÜNİST POLİTİKACILARIN ESERİDİR’


-‘1915 ve Sonrası Türkler ve Ermeniler’ adlı kitabınızda Dink’in dostluk ilişkileri adına mücadele verdiğini; fakat üçüncü nesil Diyaspora Ermenilerinin kimliklerini ‘soykırım’ olgusuna dayandırdığını söylüyorsunuz. Bugünü göz önünde bulundurursak Fransa’nın bu tutumu Ermeni ve Türk toplumlarını daha fazla ‘milliyetçi’ bir yöne itebilir mi? Aradaki mesafeyi arttırır mı?Sanmıyorum. Hrant’ın öldürülmesi Türkiye’de eskiden ifade edilemeyen bazı duyguların setlerini yıkmış, bir dönemi kapatmıştır. Protestolar, biraz önce de söylediğim gibi, tüm zulüm ve haksızlıklara karşı yayılmak şartıyla, son derece olumlu bir gelişmedir. Ermeni topluluğunda büyük bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Tasarı zaten opportünist politikacıların eseridir.

-Kamuoyunda farklı bir görüş daha var. Şudur ki; 'soykırım' yasa olarak kabul ediliyorsa, inkârı da kabul edilmeli ve bu kabul ifade özgürlüğünü sınırlamaz tam tersi kabul edilmemesi 'Ermeni soykırımı' nı bilip de 'yok' demektir; yani bir nevi insanlık suçudur. Sizce bu yönde bir kanı ne derece doğrudur?
1948 tarihli B.M. Konvansiyonu’na göre “jenosit”, kişisel bir suçtur; bir Devlet’in “jenosit”le suçlanması için Uluslararası bir mahkemede yargılanması ve mahkûm olması gerekir. Türkiye için böyle bir durum olmamıştır. Bugüne kadar “1915 Jenosidi”ni parlamentolarında oylayan yirmi kadar ülkenin yaptıkları, aslında, siyasal ve moral bir jesttir. 2006’da yine Fransa’da bu tasarı gündeme geldiği zaman Türk yetkililer   -bu gibi olaylara kesin bir son vermek amacıyla- iddiaları Uluslararası Adalet Divanı’na taşımak niyetlerini ortaya koymuşlardı. Bu konuda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül BMM’de bir beyanat vermiş, CHP de bunu desteklemişti. Fakat, anlaşılan, sonradan bazı çekinceler devreye girdi; ulusal konsensüs bozuldu; bundan vazgeçildi. Ve tiyatro da kaldığı yerden sahnelenmeye devam edildi.

-Bu gelişmelerin ışığında iki halkın aydınlarının ve demokratik kamuoyunun, halkın şu an yaşadığı durumlara ilişkin yapması gerekenler sizce nedir?

“1915 Jenositi” tezi, Ermeniler tarafından, ilk kez 1965’de yani olayların ellinci yıldönümünde ortaya atılmıştır. Üç yıl sonra, 2015’te ise olayların yüzüncü yıldönümünü yaşayacağız. Bu dönem içinde gelinen nokta ortadadır. Aslında 1965’te, henüz dünya kamuoyu bu konuda tamamen bilgisiz iken,  Türk devlet adamlarının içten bir şekilde üzüntülerini bildirmeleri, 1915 felaketinde analarını, babalarını kaybedenlerin acılarını paylaşmalarıyla çözülebilecek bir sorun, dar kafalı politikacılarımızın boş gururu ve inadı yüzünden tüm milleti küçük düşüren boyutlar kazanmıştır. Bu arada resmi tarihçilerimizin yapabildikleri tek şey de, Osmanlı Devleti’ni sorumsuz Ermeni teröristleriyle aynı kefeye koyarak, “onlar da öldürdü; biz de öldürdük” demek olmuştur: Bunun, övünüp durdukları Osmanlı tarihine en büyük hakaret olduğunun ayırtına varamadan!

Ya bugün? Ne yazık ki, bugün de tasarıcı Fransız parlamenterleri gibi oy ve rant avcılığından başka bir kaygısı olmayan ve her sorun karşısında “acaba bu bize ne getirir, bizden ne götürür?” diye hesaplar yapan AKP iktidarından bu konuda bir şey bekleyemeyiz. Tabii kimileri gibi aslında hiç de inanmadığımız hayallere inanmış
görünerek bazı itiraf edilmez çıkarlar peşinde koşmuyorsak!!

Hiç yorum yok: