4 Aralık 2011

Benim için zor bir yazı: Mirzabeyoğlu hakkında 1/2

Kürşat Mümin   03/04/12/2011  YeniŞafak
Yeni Şafak okurları bazı köşe yazarlarımızın sütunlarında dile getirdikleri Mirzabeyoğlu'nun 12 yılı aşan (büyük bir kısmı tek kişilik hücrede geçen) mahkûmiyetini konu edinen yazılarından haberdardır mutlaka. Konu sadece gazetemizde değil bazı başka yayınlarda da işlendi. Dönemin DGM'si (yani şimdinin "Özel Yetkili Mahkemeleri"!) tarafından hakkında "ölüm cezası" verilen ve bilahare bu cezanın mevzuattan defedilmesi sonucunda ağırlaştırılmış müebbet hapise çevrilen cezasının bir "iade-i muhakeme" sonucu tekrar gözden geçirilmesi talep ediliyor. Çünkü Mirzabeyoğlu'nun hiçbir delil bulunmamasına rağmen yazdığı kitaplarla örgüt üyelerini yönlendirdiği iddiasıyla yargılanıp mahkûm edildiği hatırlatılıyor. Mirzabeyoğlu'na kesilen bu biletin "28 Şubat" dönemi adaletinin iyi bir örneği olduğunun unutulmaması isteniyor.

Birkaç gün önce değerli bir okurum bana Mirzabeyoğlu konusuna (da) girmemin gerektiğini duyurdu. Haksız değildi bu isteğinde. Madem ki -son olarak Cihan'ın tutukluluğu meselesinde- ülkedeki adaleti gözden geçiriyorduk, Mirzabeyoğlu'nun başına gelenler de köşemde yer almalıydı. Kendisine özetle şöyle bir cevap verdim: "Haklısınız unutmuş değilim. Gecikmemin nedeni dosyaya henüz hakim olmamamdır. Ama belki pek yakında..."
Dolayısıyla bu çerçevede dersimi çalışmaya başladım. Mirzabeyoğlu dosyasına hepten yabancı değildim tabii ki. Hakkında ölüm cezası kesilen bu kişinin yara bere içindeki yüzüyle duruşmaya çıkarıldığını tabii ki ben de hatırlıyordum. Hatta bu çerçevede "yara bere içinde" bırakılmış bu yüz hakkında dönemin gazetelerinde sıkılmadan müstehzi ifadelerin kullanıldığını da unutmuş değildim.
İnternet sağ olsun, yerine getirmeye koyulduğum dersime çok yardımcı oldu. Hakkında yayımlanmış epeyce yazı okudum. YouTube'de hakkında yer alan epeyce videoyu izledim. Mirzabeyoğlu'nu unutturmak istemeyen Furkan gibi dergilere de göz attım. Avukatı ile yapılan röportajı da unutmadım... Bu arada bugüne kadar okumadığım şiirlerinden bazılarıyla tanışmış da oldum.
Avukat Ali Rıza Yaman'ın müvekkilinin mahkûmiyeti ve infaz şartları hakkında verdiği bilgiler çok önemliydi. Yaman, kendisiyle yapılan röportajda "Salih Mirzabeyoğlu tam olarak neyle suçlanıyor?" sorusunu şöyle yanıtlıyordu: "Tam olarak neyle suçlandığını, hangi suçtan dolayı ceza aldığını biz de bilmiyoruz. Herkes herkese suç isnad eder. Ancak mühim olan şahsın o suçu işleyip-işlemediği, bunun tespiti ve verilecek cezanın o suça uygunluğudur."
Avukatı Mirzebeyoğlu'nun "mevcut anayasal düzeni silah yoluyla değiştirmeye teşebbüs etmekten ve örgüt liderliğinden" yargılanıp mahkûm olduğunu, oysa ortada bu hükmü destekleyen hiçbir delilin olmadığını tekrarlıyordu. Avukat Yaman'ın şu sözlerini de aktarayım:
 "Tespit yok, münasip görme var. İBDA-C markasıyla illegal faaliyet gösteren örgütler var. Bu örgüt mensupları; hiç kimseden emir ve talimat almadan 'kendinden zuhur diyalekliği'ne göre iş yapıyor. (...) Eylem yok. Talimat yok. Fikri bir yakınlık, bağlılıktır söz konusu olan. O gün için 41 tane eser vermiş bir yazarın fikirlerinin etkisi olmasından daha tabii ne olabilir?"
Avukat Ali Rıza Yaman'ın Mirzabeyoğlu'nun cezaevinde "telegram" adı verilen ve tarifi "düşünce formunun, sistem zihniyetinin dışarıdan değiştirilmesi teşebbüsüne ve bu maksatla irâdenin, kimliğin, kişiliğin parçalanmasına yönelik yapılan bir işkence türü" olarak yapılan bir eziyet altında bulunduğunu iddia etmesi de tabii ki önemliydi. Ama doğrusu,ülkedeki cezaevi düzenine ilişkin böyle bir "işkence" türü ile ilk kez karşılaştığımdan Avukat Yaman'ın bu iddiası hakkında bir şey söyleyemeyeceğim.
Ancak, tartıştığımız dosyaya biraz yakından bakan herkesin gözleyebileceği gibi, sözü edilen örgütün eylemler (mesela "birahaneler"e molotof kokteyli atılması gibi) ile -avukatının söylediği gibi- Mirzabeyoğlu arasında "fikri bir yakınlık, bağlılık" olsa bile, 12 yılı aşkın süresi tamamlanmış bu mahkûmiyetin "fikir suçu"dan kaynaklandığı anlaşılıyor.
Görüldüğü gibi yazı henüz başlığında niçin "Benim için zor bir yazı" notunun yer aldığı konusuna bir türlü giremedi. Aceleye gelmemesi için bunun nedenini de yarınki yazıda açıklayayım.
Yazının aslı:http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?i=30033&y=KursatBumin

Benim için zor bir yazı: Mirzabeyoğlu hakkında (2)
Dünkü yazıda başlamıştım anlatmaya: "Ölüm cezası"nı mevzuatta yapılan değişiklikle atlatabilen Mirzabeyoğlu'nun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmasını, çevresinin ve avukatlarının bu mahkûmiyetin adil olmadığı yolundaki görüşlerini ve nihayet "iade-i muhakeme" talep eden kampanyayı. Dünkü yazıda da söylediğim gibi, bugüne kadar bu konuya girmememin nedeni dosyaya yeterince hakim olmamamdı. Nihayet, bazı okur mektuplarının da teşvikiyle internetin karşısına geçip dersimi çalışmaya başlamıştım. Mirzabeyoğu hakkında yazılan yazılar, Furkan gibi dergilerin öne çıkardığı dosyalar ve de YouTube'da bol miktarda bulunan konuya ilişkin videolar.
You-Tube'de yer alan videoların içeriğinden biraz söz etmek isterim. Bu ortamda türküler-marşlar eşliğinde giden Mirzabeyoğlu'nu destekleyen pek çok video mevcut. "İstikbal İslâmındır" gibi sık rastlanan sloganlar eşliğinde akan bu görüntülerin en kolayından "militan" diyebileceğimiz bir üslupla gerçekleştirildiğini söyleyebiliriz. Hatta bazılarında (artık ne kadarı hakiki, ne kadarı "dışarıdan"dır bilemem) açılış sayfasında çaprazlamasına Kur'an (?) ve otomatik tüfek de görüyoruz. Yani kısaca, kendimi yakın hissedebileceğim türden videolar değildi bunlar. Ama olsun, bana hitap etmiyor diye bunları birer "suç delili" olarak kabul edecek de değiliz herhalde.. Benim bu konudaki yaklaşımım da -geçenlerde Orhan Gazi Ertekin'den naklen söylediğim gibi- modern ceza hukukunun "olmak"la değil, "yapıp etmeler" ile yani "eylemler"le ilgili olması gerektiğine dayanıyor. Yani bir kimsenin -ya da "kimseler"in- beğenin ya da beğenmeyin "ne olduğu" bu hukukun ilgisi dışında kalmalıdır. Ve de sonuç olarak Mirzabeyoğlu'nun da "ne olduğu" -yine beğenin ya da beğenmeyin- bu alanı ilgilendirmemektedir.
Bu konuyla ilgili olarak "dersimi çalışırken" ulaştığım bir "bilgi"yi de atlamak istemiyorum. Dersimi çalışırken -söylediğim gibi- tabii olarak Furkan adlı dergiyi de ziyaret ettim. Bu dergi tahmin ettiğiniz gibi Mirzabeyoğlu dolayımıyla Necip Fazıl Kısakürek'in sadık bir takipçisi. Bu derginin bir sayısında Selim Gürselgil (?) imzalı "Üstad'ı Anmak-Kuşlar ve Yılanlar" başlıklı bir yazı da dikkatimi çekti. Yazar, Kısakürek hakkında söz söyleyenleri üç gruba ayırmış: "Mümin, münafık ve kâfir". Sıralananların ilk ikisini geçip gelelim "kâfir" faslına:
Şu sözlere bir bakın (yazıda atıfta bulunulan yazılarım bayağı eski tarihli, "Dersim"le ilgili olanları değil yani):
"Üçüncü grup, kâfirlerdir; 'hakikatı örtenler'. (...) Bazıları Üstad'a ezelî küfür düşmanlığının sözcülüğünü yapmak tabiatındadırlar. (...) Yeni Şafak'tan Kürşat Bumin, söz konusu küfür ehlinin önde gidenlerinden biridir. Yeni Şafak gazetesi, bu camianın içinden çıkmasına rağmen, bu keferenin küfürnâmesini birkaç gün boyunca yayınlamakta tereddüt etmemiştir.(...) Onun kefere kafasına göre, güyâ Başbakan gibi büyük bir adam, Üstad gibi küçük bir adamı sevemezmiş. Bu onun kendisine haksızlık etmesi olurmuş! (Puşt, on tane başbakanı üst üste koysan, Üstad'ın tırnağı etmez!) (...) Kendisi, maddece yarım kalmış, ruhça tam olmuş bir i...dir. Ne kadar i... yetiştirirse o kadar çağdaş olunacağını savunan Amerikan demokrasisine tapınır. Bütün gayreti de, hükümeti ve Yeni Şafak okuyucusunu bu 'çizgiye' çekmektir." Vesaire...
Şimdi anlaşılmıştır herhalde yazıya niçin "Benim için zor bir yazı" diyerek başladığım.
Ne diyeyim şimdi ben... Zamanında haberdar olsam bir dakika durmadan savcılığa şikâyet dilekçemi verirdim... Ama düşünüyorum da bu hepten yoldan çıkmış kalem buna da değmez. En iyisi şöyle bir öneride bulunmak herhalde: Mirzabeyoğlu, eğer tekrar hakim karşısına çıkıp DGM'siz adil bir yargılanma süreci sonucunda masum bulunur ve hakkındaki mahkûmiyet bozularak serbest bırakılırsa ilk iş olarak kendisini yoldaş bilen bu ahlaksız satırların utanmaz yazarını karşısına alıp gereken dersi vermelidir... Bu dersi versin ki bu ülkede de bu küfür erbabı değil, "ifade özgürlüğü"nü olması gerektiği gibi savunanlar kazansın.


Yazının aslı:   http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=04.12.2011&y=KursatBumin

Hiç yorum yok: