21 Kasım 2011

1915/16 üzerine ibret-i alemlik tasvirler

Selçuk Uzun  20/11/2011  Küyerel
-Bir gün kari koca iki Ermeni konuşarak gidiyorlardi. İkisi de üzgündü. Fakat erkeğin üzüntüsü daha fazlaydi. Kadin kocasini teselli etmeye çalişti. “Ne yapalım, Allah büyük, elbette bizi gözetir.” dedi. Erkek birdenbire kızdı. Karısına sert nazarla baktı. “Hala Allah mı diyorsun? Allah nerede? Allah var mı? Varsa bu hal ne?” diye bağırdı. Dereye doğru ilerliyor, yırtık kolunun yeniyle gözlerini siliyordu.

-Nihayet İstanbul’dan emir geldi. Eskişehir’e Muhacirin Memurları gönderilmişti. Bütün Ermeniler Konya’ya, Pozantı’ya ve Halep ovalarına gideceklerdi. Siranuş’u merak ettim. Mini mini yavruyu görmek istedim. Binlerce Ermeninin içinde o sarışın masum öksüz yavruyu aradım. Nihayet buldum. Büyükanasına yalvardım. “Bırak bu çocukları, bu felaket geçer, sonra gel, burada beni bul,” dedim. İhtiyar kadın yaşlı gözlerini semaya (gökyüzüne) dikerek:

“Hayır” dedi. “Hayır efendi, sağ ol, biz hep gideceğiz, beraber öleceğiz, hem ben onları nasıl taşıyacağım? Yapacağım şey pek basit: Yolda önce onları sonra kendimi dereye atacağım.” Kalbim sızladı.

-Eskişehir kafile, katar katar boşalıyordu. Bu trenler, kapalı yük vagonları bile değildi, kafes şeklinde her tarafı açık hayvan vagonlarıydı. Muhacirler İdaresinden gelen memura: “Bari kapalı vagonlarla gönderin.” dedim. Hiç tavrını bozmadan, lakayt bir sesle, “Daha iyi ya, hava alırlar.” cevabini verdi.

-Bir gün, yine bir tren, fakat muntazam ve muhteşem bir tren, bu sefalet kafilesi arasından geçti. Enver Paşa ailesiyle, şevket ve ihtişamıyla İzmir’e gidiyordu. Sabahın sisleri arasında aç hakli tiz bir ses uyandırdı. Birkaç dakika sonra, İttihatçıların hürriyet kahramanı, elleri cebinde, başı açık, trenin ön tarafına çıkmış, gözleri yüksek ufuklarda, yıldırım gibi geçip gitti. Yerlere serilen, açlıktan ölen bedbaht (talihsiz) tebaaya başını bile çevirip bakmaya tenezzül etmedi.

-Mütefekkir, vatanperver ne kadar Ermeni varsa kafile sürülmüştü. Hatta İstanbul’dan bütün Ermenilerin çıkarılacağı bile söyleniyordu. Zaten sürülmedik, asılmadık kim kalmıştı? (1915 yılında Sevk Komisyonu Başkanı sıfatıyla Eskişehir’e gönderilen Ahmet Refik Altınay’in “İki Komite İki Kital” adli kitabından)

-Bu büyük talihsizlik ( yenilgi) (Van Valisi) Cevdet’i öylesine çildirtti ki, hemen Çerkes Ahmet’e, zaten sadece kadınlar ve çocuklarin kaldiği civar köylere adamlariyla bir akin tertip etmesini istedi. Çerkes Ahmet’in bu mutsuz insanlara neler yaptığının teferruatına girmeyeceğim. Şu kadarını söyleyeyim ki, ama samimiyetle ama değil, Cevdet yaverini azarlamak mecburiyetinde hissetti ve ziyadesiyle Kürtler, onun gaddarlığından dehşete düştü. (Rafael De Nogales, Hilal Altında 4 Yıl kitabından)

-Çerkes Ahmet ve Nazım’ın eşyaları açıldığı zaman çantalarında kadın yüzüğü, bilezik, küpe ve mücevher buldular… Bu iki serserinin bir ideal için fedakarlık değil, zengin olmak için cinayet yapmış oldukları belli idi. ( Diyarbakır’da çetelerce katledilen Vartakes ile Zöhrap Efendinin katilleri Çerkes Ahmet ve Nazım’ın cürümlerinden dolayı Cemal Paşa tarafından idam edildiğinde olaya şahit olan Falih Rıfkı Atay`ın anılarından) 

-Çetecilerin şahsi eşyaları arasında kan lekeli beşibirlik altınlar bulunmuştu. Cellâtlara ve katillere karşı minnet borcu ağırdır. Onlar kendilerine ihtiyaç duydukları belirtenlere ve kendilerini kullananlara tahakküm etmek isterler. Kirli işlerde kullanılan vasıtalar ihtiyaç ve kullanım zamanında lüzumludurlar, fakat kullanıldıktan sonra baş üstünde taşınmayıp ortadan kaldırılmaları gerekir (tuvalet kâğıtları gibi). (Dördüncü Ordu Kurmay Başkanı Ali Fuat Erden`in hatıralarından )

-Çerkes Ahmet, Ermenilere karşi arkadaşı Nazım ve Halil ile beraber birçok fecaatler (felaketler) yaptıktan sonra, Cemal Paşa’nın bölgesine gitmiş, orada yığınlarla Ermenileri görünce hayret etmiş. Askerce bir selam ifasından sonra: “Emir buyurun, bir teşkilat yapalım, bunları da temizleyelim,” demiş. Çerkes Ahmet, Ermeni fecayii için mühim bir vesika idi. Bu kanlı olayın safahatın (nasıl olduğunu) bizzat failinden dinlemek istedim.Çerkes Ahmet’e vilayet-i şarkiyyede neler yaptığını sordum. Çizmeli ayaklarını birbirinin üzerine attı, sigarasının dumanlarını karşıya doğru savurarak: “Bey birader,” dedi. “Şu durum namusuma dokunuyor. Ben bu vatana hizmet ettim. Gidin, görün, Van ve çevresini Kabe toprağına çevirdim. Bugün orada tek bir Ermeniye tesadüf edemezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim, sonra o Talat gibi hergeleler İstanbul’da buzlu bira içsinler, beni de böyle muhafaza altında getirtsinler, yok, bu haysiyetime dokunuyor!” Fakat onun bir arkadaşı vardı, kendisiyle beraber Zeki Bey’i öldüren Nazım! Çerkes Ahmet’e Nazım’ı sordum: “Sus bey birader. Zavallı şehit oldu,” dedi. Çerkes Ahmet’ten daha fazla malumat almak istiyordum. “Peki bu Zöhrap falan ne oldular?” “Aaa… Duymadınız mı? Hepsini geberttim.” Cigarasının dumanlarını havaya doğru savurdu, sol eliyle bıyıklarını düzelterek sözüne devam etti: “Halep’ten çıkmışlardı. Yolda rast geldik. Derhal arabalarını kuşattım. Gebereceklerini anladılar. Varteks dedi ki: ‘Peki Ahmet Bey, bize bunu yapıyorsunuz, fakat Araplara ne yapacaksınız? Sizden onlar da memnun değiller.’ ‘O senin bileceğin iş değil kerata,’ dedim. Bir mavzer kurşunuyla beynini patlattım. Sonra Zöhrap’i yakaladım. Ayağımın altına adlim, kafasını ezdim. (1915 yılında Sevk Komisyonu Başkanı sıfatıyla Eskişehir’e gönderilen Ahmet Refik Altinay’in “İki Komite İki Kıtal” adli kitabından)

-Bu tehcir işi ile alakadar olmayan Türk, Anadolu’da pek azdır. (Halil Menteşe`Nil anılarından) 
- Cani emellerini yerine getirmek için cinayetleri yönlendiren valiler, çok sinirli istisnalar dışında suç ortaklarıydı. (29 Aralık 1918 tarihli İkdam Gazetesinde Ahmet Refik Altinay´in yazısından)

- Kasem ederim ki (yemin ederim ki) Van’da isyan olmazdı. Kendimiz zorlaya zorlaya şu içinden çıkamadığımız kargaşalığı meydana getirdik. (İsyan öncesi Van valiliği ve daha sonra Erzurum valisi olan Tahsin Uzer´in, Van`deki olaylar üzerine Talat Paşa’ya gönderdiği telgraftan) 

-Bir Ermeni’ye tesahüp edecek bir müslümanin hanesi önünde idam ve hanesi ihrak ve memuriyeden ise tard ve Divani Harbe sevk ve himayeyi reva görenler ciheti askeriyeden iseler nikbeti askeriyelerinin kati ile berai muhakeme mezkur divani harblere tevdi olunmasına mütedair. (Bir Ermeni’ye yârdim edecek bir Müslüman evinin önünde 
asılacak ve evi de yakılacaktır. Yardım eden memur ise işten atılacak ve Harp Divanı’na Verilecektir. Yârdim edenler asker iseler askerlikten atılacak ve Divani Harbe verileceklerdir.) (10 Temmuz 1915 tarihinde 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa’nın komuta bölgesinde yayınladığı emir)

-Bir Türk komiseri bana şöyle demişti: Artik, kaç kadın veya kızın, zorla veya hükümetin onayıyla Araplar ve Kürtler tarafından alındığını bilemiyoruz. Bu defa Ermenilere karşı uzun zamandır istediğimiz şeyi yerine getirdik. 10 kişiden 9’unu hayatta bırakmadık.(27 Temmuz 1915 tarihinde Almanya’nın Aleppo Konsolosu Rössler, Başbakan Bethmann Hollçeg’e çektiği telgraftaki rapordan Bağdat Demiryolu memurlarından Ç. Spieker’in anlattıkları)

-Boğazlıyan Kaymakamı vasıtasıyla üç bin yüz altmış (3.160) Ermeni’nin katledilmiş olduğu bilgisi haber edilmiştir. Ciddi bir tetkikatın yapılması ve bildirilmesi. (9 Ağustos 1915 Talat Paşa`Nil, Ankara vilayetine çektiği bir telgraf)

-Ermenileri keserek Yozgat Mutasarrıfı vekilliğine terfi ettiğini böbürlenerek anlattı. „Boğazlıyan’da Ermenileri kestim, mutasarrıf vekili oldum, burada da keserim, mutasarrıf belki de vali olurum“ dedi. (19 Aralık 1919’da Yozgat Mebusu Şakır Bey`in, İstanbul Sorgu Kurulu Başkanı önünde verdiği ifadeden)

-Sevgili Vatandaşlarım! Ben bir Türk memuruyum, Aldığım emri yerine getirdim. Vazifemi yaptığıma vicdanim emindir. (Yozgat Mutasarrıfı olan Kemal Bey`in idam edilmeden önceki sözleri) 

-Türkler nüfusun kalanını müdafisiz bırakmak için… sağlam Ermeni erkeklerini katletmeye başladılar. (Osmanlı Erkanıharbinde Askeri Murahhas Avusturyalı Mareşal Pomiankovski) 

-Sadece hududa yakin bölgelerdeki Ermenilerin geri bölgelere çekilmek için tedbir âlindi. Ancak Doktor Bahaettin Şakir gibi kişiler bunu umumi bir tehcire dönüştürdüler. Bu uluorta hareketlerden Umumi Merkez memnun olmadığından dolayı bazı valileri merkeze çağırdı, bunlardan biri de Dr. Reşit Bey idi. Umumi Merkezde beni ziyarete geldi. Aramızda şu konuşma geçti: “ Siz hekimsiniz ve bir hekim sıfatıyla daima can kurtarmakla vazifeli bir insansınız. Nasıl oldu da bunca masumun sürü yakalanıp, ölümün kucağına atılmasına sebep oldunuz?“ Dr. Reşit Bey bu soruya “ Hekim olmak bana milliyetimi unutturamazdı. Reşit elbette bir doktordur. Fakat dünyaya bir Türk olarak gelmiştir. Daha sonra Ermenilerin „korkunç bir şekilde örgütlendiği üzerine“ nutuk atan Dr. Reşit Bey şöyle konuşur:“ Hey Doktor Reşit, ortada iki ihtimal var: Ya Ermeniler Türkü temizleyecekler yahut da Türkler tarafından temizlenecekler. Türklüğüm hekimliğime galebe çaldı. Onlar bizi ortadan kaldıracaklarına, bir onları ortadan kaldırırız dedim.“ Dr. Reşit Bey bu konuşma sırasında“Baktım ki vatan elden gidiyor, milletim adına gözü kapalı hareket ettiğini“ de ekledi. (İttihat ve Terakki Genel Sekreteri Mithat Şükrü (Bleda) ile Dr. Reşit Bey arasında geçen konuşmadan)

-120.000 Ermeni’yi bölgemden uzaklaştırdım. Artik tehcir edilecek Ermeni kalmadı. (Diyarbakır Valisi Dr. Reşit`in 28 Eylül 1915’te Talat Paşa’ya çektiği telgraftan)

-Diyarbakır Valisi Dr. Reşit, görevine yalnızca iki sandıkla gittiği fakat İstanbul’a Ermeni kurbanlarından alınan mallarla yüklü vagonlarla döndü. … Farcalyan, Reşit Bey’in Costantinople’a gitmek üzere 43 kutu mücevherat ve 2 sandık kıymetli taşla bir trenle Halep’e geldiğini bizzat gördüm diye ekleyerek, bu talanın mücevher ve değerli taşlar, birkaç hali ve çeşitli antikalar içerdiğini aktarmaktadır. (Alemdar Gazetesinin 5 ve 6 Nisan 1919 tarihli sayılarında Hasan Amca tarafından kaleme alınan bir makaleden )

-Talat Paşa bundan fevkalade münfail (cani sıkılmış) olarak „katil“ sıfatıyla takdir ettiği Reşit’i, „gasıp“ (hırsız) olduğu için azl etmiştir. (Tehcir’den sonra Ankara’ya atanan eski Diyarbakır Valisi Dr. Reşit, açığa alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Dr. Reşit Ermenilerden gasp ettiği paralarla İstanbul’da bir yalı almak isteyecek, Talat Paşa da olaydan haberdar olunca onu görevden azledecektir. 8 Şubat 1919 tarihli Hadisat gazetesinde Süleyman Nazif`in yazısından)


-Ben sizlere kafile kafile Ermeni teslim edeceğim… Bunlar ne kadar altın, para, mücevherat ve kıymetli eşya varsa beraber alacaklar. Onları kelekle Dicle üzerinden götüreceksiniz. Kimsenin görmeyeceği ve duymayacağı bir yere varınca, hepsini öldürüp Dicle’ye atacaksınız. Midelerini yarıp taş dolduracaksınız ki, su yüzüne çıkmasın. Ne kadar malları varsa adamlarınıza. Ne kadar altın, para ve mücevherat varsa onun yarısı sizin, diğer yarısını da Hilal-i Ahmet`e vermek üzere bana getireceksiniz. Yalnız bu sırrı kimse bilmeyecek, duymayacak. Bu sır açığa çıktığı gün siz de ve ben de mahvoluruz. ( Raman aşiretine mensup bir kişinin, Vali Reşit ve Raman aşiret reisi arasinda geçen konuşmaya tanıklığı)

-Biz 2115 erkektik. ( Biz Türk ve Kürt refakatçilere adam başına para vermek zorundaydık ve bir liste tutuyorduk. Sayıyı bu nedenle tam olarak biliyordum). Bu arada kadın ve çocuklar bizden ayrılmışlardı. Kürt ve jandarmalar bize „şimdi öleceğimizi ama kendilerinin suçsuz olduklarını çünkü hükümetin böyle emrettiğini“ söylediler. Bağlandık. Seyyal Bey, Kürtlere ve jandarmalara, tek tek insanları önüne getirmesini istiyor, üzerinde ne varsa alıyor ve10 adim bile gitmeden infaz ediyordu. Balta ve bıçaklarla kafalar kesiliyor ve uçuruma atılıyorlardı. (30 Kasım 1915`de Aleppo’da Alman Misyoneri M. Didszun’un Adana Vilayeti’nden Ermenilerin sürgünü ve Ermeni Manukyan’in Erzurum’dan Suruç’a sürgününü anlatan raporundan)

-Türkiye teşkilat ve kabiliyet itibariyle ön sıralarda olmayabilir, ancak katliamlar, hırsızlıklar, vs. mevzu bahis olduğunda, iyi planlanmış ve çok hızlı bir fiildi. Sadece bir Türk kısa zamanda yüz binlerce insani bu dünyadan sevk edebilir. (4 Aralık 1915 tarihinde Samsun’da görevli ABD Konsolosluk görevlisi V. Peter´in Çashington’a gönderdiği rapordan)

-Hosep’in kafilesi 1.700 kişiden oluşuyordu. Habur nehri kıyısındaki Şedadiye’de Çerkezler tarafından baskına uğrarlar. Tüm kafile elbiselerine kadar soyulur. Elbiseler Araplara dağıtılır. 3 saat sonra Karadağ mevkiinde Çerkezler tarafından ikinci kez baskına uğrarlar. Ve kafile katliama uğrar. Hossep bir arabaya binmiş mutasarrıf Zeki Beyi görür. Katliam yapan Çerkesleri „bravo“ haykırışları ile cesaretlendirmektedir. Çerkeslerin birçok kere baskınına ve katliamına maruz kalan kafileden 31 kişi sağ kalır. (23 Ekim 1916 günü Aleppo’daki Almanya Konsolosu Rössler, 1 yildir Der Zor’da bulunan Antepli Hosep Sarkisyan’in anlattıklarını rapor eder)

-10.000 Ermeni’yi ortadan kaldırdığınız söyleniyor doğru mu? “Benim namusum var. On bine tenezzül etmem. (Der Zor Mutasarrıfı Salih Zeki´Nil Tasviri Efkar muhabiri`ne verdiği yanıt) 

-Harp sırasında trajediler yaşandı ve eza çektirildi. Lakin hiçbir şey haklimi Türkiye’nin binlerce Ermeni’yi denizde boğmasından ziyade tahrik etmedi. (Britanya milletvekili J. Spear’in 10 Kasım 1918’de Avam Kamarasi’nda yaptığı konuşmadan)

-Vali Cemal Azmi, Ermenileri mavnalarla Karadeniz’e atıp boğdurdu. (İki kez Bahriye Nazirliği yapan Çürüksulu Mahmut Paşa`nin, 2 Aralık 1918’de Meclis Mebusan’da yaptığı konuşmadan) 

-Allah bizim belamızı verecektir. Mesele çok açıkta olduğundan inkâr edilemez. Ordu şehrindeki Ermeni vakasına şahidim. Samsun’da nakil bahanesiyle sancak mutasarrıfı (Faik) Ermenileri mavnalara doldurdu ve onları bahra ilka attırdı. Bunu bütün vilayette tatbik ettiğini işitmiştim. İstanbul’a döner dönmez, onlar aleyhine davaya muvaffak olamadım. (11 Aralık 1918’de Trabzon Mebusu Hafız Mehmet, Meclisi Mebusan’da utancını ve tanıklığını bu sözlerle dile getirir.)
-Cevdet Bey, aslında insan biçiminde bir panterdi. Gündüz katliam yapıp gece kutlamalarını yapmaktadır. (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında görev yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altında Dört Sene“ adli anılarında, Van Valisi Cevdet Bey hakkında yazdıkları) 

-Diyarbakır’a Mardin kapısından girdik. Birden fazla kez, atim ceset kokusundan kişnedi. Gözleri parlayan köpekler Ermeni evlerinin çevresinde dolaşıyorlardı. (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında Görev Yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altinda Dört Sene“ adli anılarından)

-Evler, araziler, çiftlikler oradaki devlet memurlarının elinde kalıyor, onlar da aralarında pay ediyorlardı. Zenginliğin beşte biri İstanbul’daki İttihat ve Te¬rakki Partisi’ne gidiyordu. Ermeni mallarını paylaşma rezaleti, savaş başlayana kadar dürüst olan İttihatçılara, gasp hevesini ver¬di. Sel gibi akan altınlar, onları o kadar bozdu ki, daha güç elde edilir şeyleri istemeye başladılar. Savaşın ilk yılının sonunda, Harbiye Nezareti Levazım Başkanı İsmail Hakki Paşa’nın örgüt-lediği düzenli toptan hırsızlıkla, Ermeni malları pay edildi. (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında görev yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altinda Dört Sene“ adli anılarından)

-Bir olay hatırlıyorum; Annesinin yanında uyu¬yan bir bebeği hayvanlar yediler. Anne uyandığında aklini kaçırdı. Hastanemizin kapısında çocuğun parçaları elinde bağırmaya başladı… Mamure vadisinin en çalışkan misafirleri bir kurt sürüsüydü. (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında görev yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altında Dört Sene“ adli anılarından)

-O gün Cevdet Bey, Kayikyan Efendi’yle birlikte, Bitlis’in 200 ileri gelen Ermeni’sini, onlardan 5000 altın lira sızdırdıktan sonra astı. Bu parayı Halil Bey’le aralarında paylaştılar. Bununla da kalmayarak, kentteki bütün erkek Ermenilerin 50 kişilik gruplar halinde civardaki dağlarda yalnız bir yere götürülerek, mezarlarını kazdırdıktan sonra öldürülmeleri emrini verdi. Genç kadınlar ayak takimi arasında bölüşüldüler ve yaşlılarla, 12 yaşından aşağı çocuklar sürgün edildi. Bitlis kenti ve çevresinde 15.000 kadar Ermeni, bir günde yok edildi. . (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında görev yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altında Dört Sene“ adlı anılarından)

-Kürt şeyhiyle balkonda kahvaltı ederken anlatılması mümkün olmayan görüntüler gözümüzün önünden film gibi geçti. Kürt kurşunlarından kaçan Ermeniler, korkmuş tavşanlar gibi oraya buraya koşuyorlardı. Sersemlemiş olan birkaçı yere oturarak ölümlerini beklediler. Küçük bir grup genç, arkalarını duvara dayamış kendilerini savunuyorlardı. Onlar da yorularak Kürt kasaturaları ve kurşunları ile öldürüldüler. Kürtler mermi ziyan etmemek için ellerinden geldiği kadar kesici alet kullanıyorlardı. (Tanık olduğum bütün bu görüntüleri dudağımda bir gülümsemeyle seyrettiğim için okurdan özür dilerim.) (Osmanlı Ordusu’nda 1915-1918 Yıllarında görev yapmış Venezuelali Subay Rafael De Nogales’in „Hilal Altında Dört Sene“ adlı anılarından) 

-Reis: “Kit’aatin bazıları vilayetlerde bazi valilerin emrine verilmiş. Haberiniz var 
mi?” 
-Atif Bey: “Hayir efendim; hiç valilerin emrine verilmemiştir. Yalnız hududu 
bulunan vilayetlerin valileri, Trabzon ve Erzurum valileri, yardim istediler efendim. Yani 
orada onlar, Teşkilatı Mahsusa’nın şubesinin azası gibi idiler. Oralarda bir, iki şube 
Yapılmıştı. (İttihat ve Terakki Cemiyeti Merkezi Umumi üyelerinden ve Teşkilatı Mahsusa yöneticilerinden Atıf Bey`in 1919 yılında Divani Harbi Örfi’deki sorgusundan)

-Bunu bendeniz bu vakayii, yani asil bir Ermeni vakasını gördüm. Ordu kazasında bir Kaymakam vardı. Ermenileri kayığa doldurarak Samsun’a göndermek bahanesi ile denize döktürdü. Vali Cemal Azmi ayni muameleyi yaptığını işimdim... Buraya [İstanbul] gelir gelmez meşhuda timi Dâhiliye Nazırına söyledim... Fakat Vali hakkında bir şey yaptıramadım. Belki üç sene uğraştım fakat olmadı. Manatiki harbiye dediler, şöyle dediler, hulasa olmadı. (İttihatçı Mehmed Emin Bey`in, 11 Aralık 1918’de, Osmanlı Meclisi’ndeki konuşmasından)
-Bütün yollar kadın ve çocuk cenazesiyle doludur, defnetmeye yetişemiyoruz. (Mamuretülaziz valisinin bir telgrafından)

-Savaş bitip de İngilizler ve müttefikleri, İttihatçı ve hele Ermeni öldürüşçülüğünün hesaplarını sormak yoluna gidince, ne kadar gocunan varsa silahlanıp bir çeteye katılmıştır. (Falih Rıfkı Atay`in Çankaya adli kitabından )

-Bölgedeki etnik dengeleri gözeten Tahsin Paşa’nın yerine kısa bir süre önce atanmış olan Enver Paşa’nın kayınbiraderi Cevdet Bey, işkence ettirdiği insanların tabanlarına nal çaktırdığı için „Başkale Nalbant“ olarak anılırdı. (Tanıkların ifadelerinden)

-Zo’larin işini bitirdik, sıra Lo’larda... (Sakalli Nurettin Paşa) 
-11 Haziran`da Kürtlerin kafilelere saldırılarını durdurmak için birlikler gönderildi. Birlikler, büyük çoğunluğu kadınlar ve çocuklardan oluşan kafileyi savunacaklarına, katlettiler. „Kadınları ve çocukları da mı öldürüyorsunuz?“ şeklindeki soruya askerlerden biri „Ne yapsaydık, emir böyleydi“ cevabını verdi. (Rahibe Thora von Vedel Jarlberg ve Rahibe Eva Elvers`in, Erzincan`deki anılarından bir bölüm)

-Bu kirimi durdurmanın yolu yok mu? (27 Haziran 1915 tarihinde Aleppo Konsolosu Rössler`in, Büyükelçiliğe çektiği telgraftan )

-Okula girip, öğretmeni tuttular/Vay, aman! /Ağzını açıp, dilini kestiler / Ah, aman!. (Bir Ermeni halk şarkısından. Bir Ermeni kadın öğretmen, Ermeni çocuklara Ermenice öğretme cüretini göstermişti)

-Ermenice Türk mollalar tarafından yasaklanmıştı ve Ermenice 7 kelime bir küfür addedildiğinden, bunun için 5 koyunluk bir ceza öngörülmüştü (Bir Ermeni tanıklığı)

-Bu toprakta Türklerin, sadece Türklerin yaşamasını ve ona tamamen sahip

olmasını istiyoruz. Milliyeti yahut dini ne olursa olsun, Türk olmayanlar kahrolsun. (Dr. Nazım)
-Ermenileri Allah’a hizmet ettiklerini düşünerek kılıçtan geçirenlerin muharip gücü de hiç kuşkusuz dini fanatizmdir, fakat tasarlayan adamlar için böyle bir şey söz konusu değildir.(ABD İstanbul Büyükelçisi Henry Morgenthau`nun anılarından) 

-Hastanede derin sepetler içine sıkıştırılmış ve denize atılacak zehirlenmiş çocukların cesetlerini gördüğünü söyler. (1919 Trabzon davalarının 7. Duruşması’nda Rahip Laurent`in tanıklığı)
-Her şeyi tetikledi ve başlattı. (Trabzon Defterdarı Lütfü`nün, 1919 Trabzon davalarının 8 Nisan’daki 7. duruşmasında Dr. Bahaeddin Şakir hakkındaki ifadesi)

-“Dezenfeksiyon” denilen odalarda buharla boğdular. Buhar nefes almalarını engelleyerek boğulmalarını sağlar. “Etüv” denen sistem sonrası boğulan çocuklar büyük sepetlere doldurulup atıldı. (1919 Trabzon davalarının 14. duruşmalarında Manning Yerazyan adli kadının tanıklığı)

-Boğma olaylarının bir kimsi Değirmendere ırmağı yakınında oldu. Kaymakam Faik`in bir öğleden sonra Samsun’a götürme bahanesiyle kadın ve çocukları iki mavnaya doldurduğunu gördüm. Ama seyahat için iki güne ihtiyaç duyan mavnalar iki saatte döndü. Kurbanların cesetleri sahilde görülmeye başlandı. (Adli Müfettiş Kenan ve Tüccar Hüseyin`in 1919 Trabzon davalarının 17. duruşmasındaki ifadelerinden)

-Kızların maruz kalmış oldukları ve naklettikleri inanılmazdı. Oturdum ve dinledim... Hikayesi inanılmaz tuhaflıkta bir kız geldi, vücudu bir mısra vezni gibiydi. Ama gözlerini açtığında ona bakmaktan acı hissetim. Gözün ince adalesinde mikroskobik yara izleri vardı. Mükemmel tahsil görmüş vasıflı bir Türk cerrahi tahsilini ameliyat masasında bu kız için kullanmıştı. (ABD’li hekim Mabel Evelyn Elliot`un, Üsküdar Ermeni Kızlar Barinma Evi’ndeki bir tanıklığı)

-Trebizond'daki hükümet memurları en iyi ailelerden bazı zarif Ermeni kadınları topladı. Tecavüz ettikten sonra onları katlettiler.(1919 Trabzon davalarının 10. duruşmasında Teğmen Hasan Manuf`un ifadesinden)

-Başka yere nakil bahanesiyle zükur ve inas (erkek ve kız) çocuklar gruplar halinde mavna ve kayıklara dolduruldu ve gözden nihan (uzaklaştıktan) olduktan sonra bahra ilka (denize atarak) etmekle boğdurup mahvedildiler. (1919 Trabzon davalarının mahkeme kararından)

-Bu yıl boğmalardan dolayı hamsi çoğalacak. (Trabzon valisi ve İttihat ve Terakki liderleri ile Almanya`ya kaçan Cemal Azmi'nin Berlin'de bir toplantıda kahkahalarla sarf ettiği iddia edilen sözleri)

-Bütün Ermeni hemşireler, eczacılar ve hademeler de alındı. Bütün Ermeniler bölgeden tahliye edilmişlerdi. Ve Bitlis'te üç yüz genç kız kalmıştı. Hepsi Ermeni Kilisesi'nde ordunun kullanımı için tutuluyordu. Cepheye giderken kasabadan geçen her müfreze izlerini bırakıyordu. Bu talihsiz kızlar hasta oldular. Kumandan (Nabil Bey) emretti. Bazıları zehirlendi, öbürleri idam edildi. (Bitlis Askeri Hastanesi'ndeki 2 ABD'li hemşirenin tanıklığı) 

-Şayet biri Ermeniyse, mücrim ve muhacir olarak muamele görmesi için kâfi sebepti. Konsolosluk penceresinden denizde cesetler görünüyordu. Evvela zabitler kadınlara tecavüz ediyor, sonra lazım geleni yapmaları için jandarmaya bırakıyorlardı. (ABD Trabzon Konsolosu Oscar S. Heizer`in gönderdiği rapordan)

-Şayet bildiğim her şeyi, gözlerimle görmek mecburiyetinde kaldığım her şeyi bilselerdi, insaniyet isyan eder ve merhametsiz hükümetine ve kudurmuş İttihat ve Terakki Firkasi'ni lanetlerdi. Ve bu melun suçu hoşgörün hatta kuvvetli ordularıyla himaye eden Osmanlı müttefiklerine (Almanya ve Avusturya-Macaristan İmp.) mesuliyet yüklerdi. Utanç, korku ve rezalet. (İtalya’nın Trabzon Konsolosu G. Gorrini`nin 25 Ağustos 1915'te Roma'ya gittiğinde İl Messapero'ya verdiği demeç)

-Türk halkını, Ermenilerin kesilmesi konusunda ikna etmeyi nasıl becerdiler? (10 Ağustos 1915`de İstanbul`a Alman büyükelçiliğine gönderilen çok gizli rapordan)

-Hususiyle milli ticaret, adeta milli bir cinayetti. Bu cinayete iştirak için nazırlar, defterdarlar, valiler ve mutasarrıflar memuriyetlerinden istifa ediyorlar, el birliğiyle bedbaht halkı öldürmeye çalışıyorlardı. Fakat bu cinayette en ziyade iştiraki olanlar, ticaretle meşgul mebuslardı. İttihad’in tacir ve muhtekir mebusları milletin en muhakkik sınıfını teşkil ediyorlardı. İttihad’in cinayetlerini tasdik için bu zatların ağızlarına Topal İsmail Hakki çuvallarla şeker atıyor, Talat deste deste imtiyaz beratları tıkıyordu.(1915 yılında Sevk Komisyonu Başkanı sıfatıyla Eskişehir’e gönderilen Ahmet Refik Altinay’in “İki Komite İki Kital” adli kitabından)

-Rüşvete niye ihtiyacınız var? Şayet istediğiniz paraysa, evvela onları öldürün, sonra paralarını alın… İmparatora hizmet ediyorsunuz, bu sebepten, işiniz meşru. (Der Zor Mutasarrifi Salih Zeki (Zor)`un, Çeçen infazcılara söyledikleri)

-Saltanat, gündeliği birer Osmanlı lirasına kasaplar tutmuştu. Dört kasap gördüm ve her birinin elinde uzun saplı birer balta vardı. Ermeniler, kapıda onar onar gruplara ayrılarak, birer birer kapıdan içeri sokuluyor. Kasap, Ermeniye ‘boynunu uzat’ diyor ve o uzatıyor, tıpkı bir koyun gibi kesiliyordu. (Merzifon kazasında bulunan Dr. Aziz Bey'in anlattıklarından)

-Keşke Amerikan hayat sigortası şirketlerine başvursaydınız da Ermeni poliçe sahiplerinin tam bir listesini bize göndermelerini sağlasaydınız. Nasıl olsa hepsi öldü şimdi, parayı alacak mirasçıları da yok. Tabii ki bunun tümü devlete kalır. Hükümet şimdi yasal olarak mirasçı durumundadır, yapar mıydınız bunu? (Talat Paşa´nin Amerikan Büyükelçisi Morgenthau ile konuşmasından)

-Maliye Bakanı Ferid, Osman Ağa’yı halkı soyuyorsun diye azarladı. Osman Ağa şu cevabı verdi: „Beyefendi evet para topluyorum, fakat bir Müslümanin bir habbesini almamışımdır. Aldığım hep gavur malidir. Benim başımda binlerce haşarat var. Bunlar kanlı katil, eşkiya. Dağlarda dolaşıp millete zarar vereceklerine toplayıp düşmanla harp ediyorum. Bunlar yiyecek, giyecek ve harçlık istiyor… Bu Rumlar bize neler yapıyorlar. Paralarını, canlarını almak helaldir… Türküm, Müslümanim. Evet Türküm, dini, gavurlardan kurtarmak için çalışıyorum.“ Mükemmel şey. Sonra bilfiil büyük cesaretle harpler ediyor. Yanıma çağırıp oturttum. Ve kendisine: „Ağa! Sen Ferid Bey’e bilmem kime bakma! Yaptığın yanlış değil. Tamamıyla doğrudur. Haklisin vatana büyük hizmetler etmişsin. Bildiğin yolda devam et dedim. Ağa Pontusu iyi temizle’ dedim ‘temizliyorum’ dedi. ‘Rum köylerinde taş üstünde taş bırakma’ dedim. ‘Öyle yapıyorum ama, kiliseleri ve iyi binaları lazım olur diye saklıyorum“ dedi. „Onları da yık, hatta taşlarını uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler“ dedim. ‘“Sahi öyle yapalım. Bu kadar akil edemedim dedi.” (Dr. Rıza Nur hatıralarında, Topal Osman’dan bahsederken)

-Talat Paşa`nin kişiliği hakkında bazı görüşlerden 
Bilhassa yalancılık şöhreti genişlemiştir. (İsmail Danişmend-İzahli Osmanlı Tarihi Kronolojisi) Talat bir makine gibi yalan söylemektedir.(Sabah Editörü, 15 Mayıs 1915)

Hileden başka bir meziyeti olmayan birisidir. (Hadisat, 5 Kasım 1918. Süleyman Nazif`in yazısından) Talat`in yalanlarından Mustafa Kemal de nasibini almıştır. (Falih Rıfkı Atay, Atatürk`ün Bana Anlattıkları) Hükümet ve siyasa işlerinde yalan söylerdi. (Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasi Anılar) Ne yalanı, ne de zulmü ahlaksızlık sayan bir kişidir. (Talat Paşa`nin Hususi Katibi Falih Rıfkı Atay, Zeytin dağı) 

-Talat Paşa`nen olağan işlerinden biri de resmi bir telgrafı, şifreli ikinci bir emirle geçersiz saydırmasıdır. (Talat Paşa`nin Hususi Katibi Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı)

-Talat Paşa evine özel bir hat kurdurmuş ve haberleşmelerini buradan yürütürdü. ( Halil Menteşe ve Amerikan Büyükelçisi Morgenthau`nun anılarından)

- Efendiler Nereye?
Ziyafet bitti, fakat ağzınızı silmeden, elinizi yıkamadan, bir de acı kahvemizi içmeden efendiler nereye? Yaz başlangıcında sırtı karnına yapışmış, sarı, sıska, cansız birtakım tahtakuruları çıkar, iğne gibi vücudumuza batarlar, derimizi haşlarlar, kanımızı emerler, sonra sabaha karşı etli canlı, iri yari şuraya buraya kaçarlar... Galiba şafak attı, güneş doğuyor; tahtakuruları nereye? Kedisiz evlerde fareler vardır; kilerlere girerler, dolapları delerler, şunu, bunu kemirip, sağa sola koşuşup başköşede gezerler, bir pıtırtı olunca deliklere girerler... Galiba koku adliniz, kedi geliyor; koca fareler nereye? Dul annelerin haylaz çocukları vardır; sandıkları kırarlar, paraları çalarlar, bohçaları aşırıp Yahudi (eskiciye) satarlar ve sonra korkup sokak kaçarlar... Galiba foyanız meydana çıktı, yakanız ele geçecek, ziyankâr evlatlar nereye? Vurdular, kırdılar; yaktılar, yıktılar, astılar, kestiler, kastılar, kavurdular, nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar, memlekete düşmanları sokarak üzerimizden aştılar... Eli sopalı, beli palalı, gözü kanlı paşalar damdan dama nereye? Siz amir olmadınız, sergerdelik (kabadayılık) ettiniz... Siz valilik yapmadınız, asesbaşılık (polis şefliği) ettiniz... Efelere, taş çıkardınız, zorbalara parmak ısırttınız...“As” deyince sıra sıra darağaçları kurulur, “yak” deyince alev alev meşaleler tutuşur, “bas!” deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü... Elinizde zindan anahtarları, belinizde idam ipleri, sırtınızda darağaçları vilâyet dolaştınız... Beş senedir her tarafta kargalara insan leşinden öbek öbek ziyafetler çektiniz, akbabaları çocuk ölüsü ile besleyip kartalları artik Âdem etinden tiksindirdiniz. Muhalif mi? Alaşağı... Muharrir mi? Vur başına... Türk mü? Sür ölüme... Rum mu? İste parasını... Ermeni mi? Kes kafasını... Arap mı? Çek ipe... Kadın mı? Gönder eve... Haydut mu? Buyurun köşeye... Külhanbeyi mi? Gelsin yanıma... Yahudi mi? Sor fikrini... Kalan kimseye at sopayı... Paraları koy cebine... İşte sizin programınız bu! Palalarla sopalarla işe giriştiniz; sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz; babaları, evlatları yoktan yere harcayarak Anadolu içerisinde dul kadından, yoksul yetimden başkasını bırakmadınız. Ne oluyordunuz? Bu kanlı işgüzarlıklar, bu canavar akını, bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti? Ne kazanacaktık? Dünyayı mı alacaktık, Mısır’a sultan mı olacak, Hin’de şah mı gidecektik? Sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nazirlikle gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri... Şam’da, Halep’te az daha namınıza hutbe okutup, isminize sikke kestirecektiniz. Yiğitlik sizde, kahramanlık sizde, avurt sizde, caka tavır, hepsi sizdeydi... Şimdi böyle sinsi sansar gibi tavandan tavana nereye? Evet, nereye gidiyorlar? Mahalle kahvesinden bir adımda sadarete, meyhane peykesinden bir basışta nezarete, tulumbacı koğuşundan bir hamlede vilâyete eren bu türediler nereye gidiyorlar? Kendileri kürklere büründüler, milletin derisini soydular... Anamıza sövdüler, babamızı dövdüler, hulâsa bacağından yakalayıp bu devleti yerden yere vurdular, paçavraya çevirdiler. İşte milleti artik büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar... Kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı, yakalarından yapışır öcümüzü alırdık... Hal bu ki kollarını sallıya sallıya, yüzümüze tüküre tüküre gittiler. Aşkolsun! At da size yaraşır; meydan da. Bizde bu ölü kan, sizde o yaman surat olduktan sonra bir gün olur yine gelirsiniz... Biz size: “Kırk katır mı, kırk satir mi?” diye soramadık; yarın sizin bize: Ölümlerden ölüm beğen! Demek artik hakkinizdir. Lâikimiz olan paşalar! Topumuzun başını bir kılıçla çıkarmadan (uçurmadan) nereye? (Refik Halit (Karay)´in , 5 Kasım 1918 günü Zaman gazetesinde yayınlanan yazısından. 3 gün önce İttihat ve Terakkiciler Alman savaş gemisiyle kaçmışlardı.)
Yazının aslı:    http://www.kuyerel.com/modules/AMS/article.php?storyid=6198

Hiç yorum yok: